Nasıl Bir İK programımızın bu haftaki konuğu Kültür ve İletişim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Aykut Arıkan. Aykut Bey ile Kültürel Zekâ hakkında konuştuk.
“Bizim ön yargılarımız var”
Kurumsal Zekâyı nasıl inşa etmek gerekir?
Kurumlar kendilerini yeniden tanımlamaya başladı. İş modelleri değişti. İnovatif olmaya çalıştılar. Takımlara bakış değişti. Liderliğe bakış değişti. Artık sürdürülebilir liderlikten bahsediyoruz. Eskinin dönüştürücü liderleri bile rafa kalktı. Sürdürülebilir liderler yerine adam yetiştiren lider olması gerekiyor ki kendinden sonraki yapıda devam etsin. Küreselleşmeyle birlikte şirketler farklı kültürlerle ilişki kurmaya başladılar. Şu andaki küreselleşmenin internetle birlikte gelen dijital küreselleşme 4. nesil bir küreselleşme. Daha öncesinde de vardı. İngilizlerin Çin’de çay şirketi kurmasına kadar gidiyor küreselleşme kökeni. Uzakdoğulularla birlikte yapıyorlar zaten en büyük yatırımları da. 2000’lerin başında çıkıyor bu kavram. Şirketler başka kültürlerle iş yaparken sıkıntılar çekmeye başlıyorlar. Birtakım davranışlar yanlış anlaşılıyor, yanlış ifade ediliyor, Yapmaması gereken şeyleri yapıyor. Burada bir farkındalık eksikliği olduğu ortaya çıkıyor. Bu farkındalığı nasıl inşa edeceğimizden başlıyor aslında kültürel zekanın bütün tartışması. Ama orada şu keşfediliyor: “Bir dakika, bizim ön yargılarımız var.” Önyargılarımızın bile olduğunun farkında değiliz. Diğer kültürlere karşı, diğer insanlara karşı ve ötekileştirme gibi. Bunu nasıl yeneceğiz? Aslında bunu yenmek. Ortak bir zeminde buluşmak ve çok kültürlü ekiplerle daha fazla sonuç almak üzerine inşa edilen bir şey.
Kurumsal Zekânın adaptasyon süreci nasıl olmalı?
Bir şirketimiz Avrupa’da ofis açıyor, büyüyor, yapamıyor ve geri geliyor. Yapamamanın altında ne var? Avrupalı ile çalışıyorsun. Avrupalı müşteriye bir şeyler satmaya çalışıyorsun. O mantaliteyi bilmeden burada iş yaptığın gibi yapıyorsun. Bu şekilde olmaz. Avrupalı istihdam ediyorsun, yönetemiyorsun. Türkiye’ye gelen yabancı şirketlerde de yaşanıyor bu problem. Uyum sağlayabilirler ancak bir süre sonra yerli personel istihdam ettikleri için uyum sağlayabiliyorlar ama bu sefer de yerli personeli yönetirken problem yaşıyorlar. Ben şu anda Türk-Alman Üniversitesi’nde çalışıyorum. Her iki kültüre de aşina olduğum için köprüleri kurabiliyorum ama benim de atladığım şeyler var. Örneğin; Bir hocayı bilim kuruluna yazmak şeref payesidir. Ben bir teşekkür e-postası aldım rektörden. Oradaki bir arkadaşım beni yazmış. Bu gayet normal bir şey. Ama ben Almanlardan birini yazdığım zaman kıyamet koptu. Yeni bir şey öğrendim. Kültürel farklılıklar bunlar.
Başka bir örnek olarak Z kuşağının kavramlara bakışı o kadar farklı ki örneğin liderlere yükledikleri rol, amaçlara yükledikleri rol, Kendi iş yaşam dengeleri bunlar X kuşağından çok farklı. Biz deli gibi çalıştık. Z kuşağında öyle bir şey yok. Saat 5 oldu mu kapatıyor telefonu. Ama onun doğrusu o. Onun kültürel kodu o. Şimdi bu kültürel kod doğru mu? Tartışılır. Bunları bir araya getirip uyumlulaştırmak. Orada başlıyor iş.
Kurumsal olarak Kültürel Zekâ konusunda hangi aşamadayız?
Kültürel zekânın bir ölçeği var. Bu çok hızlı ayarlanabiliyor. Bunu ölçebilirsiniz. Bu sizin nerede olduğunuzu gösterebilir ama ne yapılması gerektiğinin aşama aşama inşa edilmesi gerekir. Çünkü nerede olduğunuz kadar. Nereye gitmek istediğiniz de önemli. O aradaki köprüyü inşa etmekten geçiyor. Bu ölçümleme dışarıdan objektif bir gözle yapılmalı. İçeride siz peşin kabullerinizle bir şeyler yapmaya çalıştığınızda çok doğru sonuçlar alamıyor olabilirsiniz. İçeriden bir göz hiçbir zaman bunu ölçümleyemez. Çünkü kendi ön yargılarıyla bakıyordur zaten. Ön yargısız bir şekilde objektif kriterlerle bunu ölçümlemek gerekiyor. Bunlar çok yeni kavramlar, belirli şekilde ölçümleme yapan yerler yok ama bilimsel olarak böyle bir ölçek var. Uyarlanabilir ama yapılması gereken şey biz nereye gitmek istiyoruz? sorusu olmalı. Çünkü günün sonunda bizim global stratejimize uygun olmalı. Biz eğer küresele açılacak X, Y, Z ülkesinde olacaksak; X, Y, Z kültüründe olacaksak buna uygun bir strateji uygulamalısınız.
Siz yıllar boyu erkeklere giysi ürettiyseniz, kadınlar için çalışmaya başladığınız zaman öncelikle o kültürü anlamak zorundasınız. Ondan sonra üretime geçmelisiniz. Günün sonunda hedefiniz neyse mevcut durumunuzla o hedef aranızdaki köprüyü inşa etmeniz gerekiyor. Burada da yapılması gereken öncelikle her şeyden evvel ön yargıları da tespit ettikten sonra insanları yavaş yavaş ön yargılarımız var mı? varsa neler? ‘Niye var bu ön yargılar?’ sorusunu sordurma olacaktır. Çünkü mutlaka bir niyeti vardır.
“Duygusal zekâ olmadan kültürel zekâ olmaz”
Duygusal Zekâ ile Kültürel Zekâ arasındaki fark nedir?
Duygusal zekâ olmadan kültürel zekâ olmaz. Yani empati olmadan, empati inşa edilmeden hiçbir şekilde siz kültürel zekaya ulaşamazsınız. Yurtdışındaki önemli ve araştırmanın bulgularında demografik parametrelere indirgemeyin. Yani yaş, cinsiyet, dini inanç, etnik köken buralarda değil. Empati gibi daha az sofistike yerlerde kapsayıcılığı arayın diyor. Kapsayıcılık çok önemli bir şey farklı fikirleri ortaya atmanıza çıkarmanıza yarıyor. Bu perspektiften baktığınız zaman evet duygusal zekâ çok çok önemli ama çok bireysel, çok kişiye özel kalıyor. Kültürel zekada organizasyonel bir şeylere giriyor. İnsanları çatıştırmadan, kavga ettirmeden veya küslüklere, alınganlıklara yol açmadan farklılıkları kapsayacak, benimseyecek ve bunlara değer vermek gerekiyor.
Kültürel farklılıkların çalışanlara yansıması nasıl oluyor?
Bir öğrenci bir şeyleri öğrenmeye başladığı zaman önce tepki verir. ‘Niye bu var ki?’ der. Öğrenciyi bunun neden olduğunu hemen ikna edemezsiniz. Onu deneyimlemesi lazım. Deneyimleme o yüzden bu kadar önemli. Farklı egzotik meyve yemek bile var bunun içerisinde. Burada farklı bir noktaya çıkıyoruz. Biz bunu dikte mi ediyoruz? Keşfetmesini mi sağlayacağız? O keşfin farkına varmasını nasıl sağlayacağız? Bütün bunlar deneyimsel süreçler.
İnsanoğlunun bütün hayatı bir deneyim. Doğduğunuz noktada başlıyor. Hatta anne karnında başlıyor. Bir bebeğin etrafındaki sesleri algıladığı ve tepki verdiği bilinen bir şey. İnsanoğlu, bütün bu gelişme sürecinde birçok şeyle karşılaşıyor. Burada bazı şeyleri seviyor. Bazılarını sevmiyor. Tepki duyuyor. Bunların hepsi doğal. Hepsi insani şeyler. Her tepki insanidir. Bir insan tepki gösterdiği zaman niye tepki gösterdi diye sorgulamıyorum. Tepkileri anlamaya çalışıyorum. Neden böyle yaptı? Sorusunu soruyorum kendime. Çünkü çoğunun altında aslında başka bir sebep var. Kendisiyle barışık olmaması var. Geçmiş deneyimi var. Ama günün sonunda hepsinin bir sebebi var. Kültür de böyle. Kültürel değerlerinizi kabullenmenin, Ön yargılarınızın, hepsinin bir sebebi var. O sebebi yakaladığınız noktada inşa etmeye başlayabiliyorsunuz. Onun yakalamak çok kolay bir şey değil tabii ki.
“Ortak kültürün inşasında sosyal zekânın ciddi bir rolü var”
Kültürel Zekâ hakkında ne düşünüyorsunuz?
Küreselleşen dünyayla birlikte bir sürü şey yeniden tanımlanıyor. Kültür dediğimiz kavram zaten zor tanımladığımız bir kavram iken bir de bunu yeniden tanımlamaya çalışıyoruz. Ama bu kaçınılmaz bir şey. Küreselleşme ekseninde olan zekâ bir yere kadar öğrencide işe yarar. Bir yerden sonra tabii ki çalışma vardır ama duygusal zekâ yani empati duygusu olmazsa olmazı olmadan, siz öğrenciyle empati kurmadan, öğrenci öğreneceği şeyle, empati kurmadan, kavramlarla empati kurmadan hiçbir yere gidemiyor. Bunun üzerine sosyal zekâ bindi. Sosyal zekâ insanoğlunun bir grup içerisindeki davranış dinamikleriyle başa çıkması, kendi grup içerisindeki varlığını, grup içerisindeki rolünü, grup dinamiklerini anlaması, grup dinamiklerine göre, oyun kurgusu içinde hem bir ekip arkadaşı olması hem de grubu yönlendirmesi için önemli.
Takım oyuncusu olma süreci aslında sosyal zekâ. Çünkü günün sonunda herkes bir şekilde dışarıdan geliyor işletmelere. Geldiği zaman belirli değerlerle, yetkinliklerle, belirli bir beceriyle geliyor ama ondan sonra başka bir şey başlıyor. Aslında birlikte bir şey inşa etmeye başlıyorlar. Oyunun kurgusu değişiyor. Her yeni elemanla şirketler geleceklerini yenilerler. Ortak kültürün inşasında sosyal zekanın ciddi rolü var çünkü grup dinamikleriyle uyum, yeni grup dinamiklerinin oluşturulması, o takımın yeni gelenlerle birlikte daha ileriye gitmesi. Bunlar hep sosyal zekanın konusuydu. Çok geç keşfedilen bir kavram sosyal zekâ. Duygusal zekanın bir tamamlayıcısı olarak düşünebiliriz. Duygusal zekanın bir ileriki aşaması olarak görebiliriz. Duygularını grup içerisinde de anlamlandırma, grup dinamiklerine göre hareket etme, duygusal yönelimini grup dinamikleri içerisinde inşa etme gibi kaynakları var. Kültürel zekâ bambaşka bir şey. Çünkü işin içine kültür girdiği anda kültürün o kadar fazla boyutu var ki. Her şeyden evvel tarihsel bir boyutu var. Baktığınız zaman folklorunda tutun yeme içmeye kadar inançlarına kadar bir sürü boyutu var. Hesaplanmış 8 tane boyutu var şu anda kültür kavramının. Bunun üzerine nasıl bir zekâ inşa etmek gerekiyor? Neden gerekiyor? Aslında o nedenle başlasak daha iyi olur.
Burhanettin Aykut Arıkan Nelerden İlham Alıyor?