Lerna Ökten

Nasıl Bir İK programımızın bu haftaki konuğu Multiplayer İnsan ve Kültür Müdürü Lerna Ökten. Lerna Hanım ile Gamification hakkında konuştuk.

“Oyun sektöründe faaliyet gösteren bir ekosistem”

Ayşe Uça: 2022 verilerine göre Türkiye’de 85 milyar dolarlık bir oyun sektöründen bahsediyoruz ve ülkemiz Avrupa’da bu sektörde en fazla yatırımı alan ülke oldu. Bunun başlangıcı da 2010, sektör o zamandan itibaren büyümeye başlıyor ve Multiplayer’ın kuruluşu da aynı sene, bu bir tesadüf mü?

Tesadüf değil tabi ki, sektörün büyümesiyle beraber Multiplayer televizyon kanallarında çeşitli bilgisayar oyunları hakkında program yapmaya başlıyor ve sonrasında Youtube açtığı yayınlar ile birlikte kanalında bir topluluk olmaya doğru evriliyor. Çeşitli oyunlar programlarında ve Youtube kanalında oynanarak tanıtılıyor, oyunla ilgili geribildirimler veriliyor, konuklar çağırılıyor, oyunlar üzerine konuşuluyor ve bugün 562 bin takipçisi olan topluluk haline geliyor. En güçlü kasımız da topluluğumuz, çünkü onlar büyüdükçe biz büyüyoruz, biz büyüdükçe takipçilerimiz büyüyor ve sektörün nabzını her an tutabildiğimiz bir yer haline geliyor. 2010’dan bugüne kadar da oyun sektörü nereye yöneldiyse Multiplayer’da sektörün evrildiği yerde ezber bozan, öncü bir konum sahibi olmuş, birçok alanda faaliyet gösteren bir ekosistem haline gelmiş. O yüzden kendimizi ‘oyun sektöründe faaliyet gösteren bir ekosistem’ olarak tanımlıyoruz.

“Gamification insan kaynakları için yeni bir araç”

Ayşe Uça: İnsan Kaynaklarında yeni araçlardan çok söz edilir ama günümüzde kendini ispatlayan çok araç bulamıyoruz. Gamification için yeni bir araç olarak bahsediliyor, peki siz gamification’ın geleceği için ne düşünüyorsunuz?

Gamification günümüzde insan kaynakları süreçlerinde kullanılan tüm araçların en efektifi olabilir çünkü artık remote çalışıyoruz. Hepimizin fiziksel bir ortamda, bir masanın çevresinde oturup oyun yardımıyla bir sorunu çözmüşlüğümüz ya da bir stratejiyi tartışmışlığımız var ama artık dijital platformlardayız. Yani artık birbirimizle o kadar da fiziksel temas halinde değiliz, olmak da istemiyoruz. Digital platformlarda gamification’ın en büyük faydası farklı fiziksel ortamlarda bulunan herkes arasında etkileşimi arttırıyor ve gönüllü katılımı sağlıyor olmasıdır. İnsan Kaynaklarında bir süreç geliştirebilirsiniz, bir strateji geliştirebilirsiniz ama tasarladığınız iş sürecine çalışanların gönüllü katılımını sağlayabiliyor musunuz? Ya da birbirleriyle ne kadar etkileşim içinde olduklarını ölçebiliyor musunuz, tasarladığınız araç ya da sistemin çalışıp çalışmadığını değerlendirebiliyor musunuz?

Ayşe Uça: Bir olayı oyunlaştırarak sunmanın faydaları neler?

Bir konuyu oyunlaştırdığınızda yani işin içine rekabet koyduğunuz zaman veya bir görev tamamlanacağında süreci bir renk/rozet ile ölçtüğünüzde yani bir oyun elementi kullandığınızda olayı başka bir yere taşıyorsunuz. Örneğin; Amerika’da şöyle bir örnek var: Bir grup insanın bir araya gelerek bir senaryo üzerinde çalışmasını istemişler. Senaryo da şu; eğer 32 gün boyunca akaryakıt olmazsa Amerika’ya ne olur? Her bir gün bir hafta boyunca tartışılacak ve süreç gün gün senaryolaştırılacaktır. İnsanların katılımını sağlayabilmek için digital bir platformda oyunlaştırma kullanılıyor ve sonucunda 18 bin kişinin katılımı sağlanıyor. Bu 18.000 kişi 32 günün sonunda şöyle bir senaryoya ulaşıyorlar: 2 milyon kişi işsiz kalacak, benzinin galonu 7 dolar olacak, şehirlere çok göç olacak ve ağır hasarlar olacak.

Bu aracı İnsan Kaynakları süreçlerine adapte ettiğimizde de süreç benzer işliyor. Örneğin, şirketinize beş yıllık bir strateji belirlemek istiyorsunuz, hedefinize ulaşmak için bu 5 yılda neler yapacağınıza karar vermeniz gerekiyor, hangi adımları atmalısınız, hangi sistemleri iyileştirmeli, çalışanlarınızı sürece nasıl dahil etmeli hatta onları bu süreçte nasıl motive etmeli, performanslarını nasıl ölçmelisiniz? Tüm bunlar 5 yıl sonunda gelinen noktayı direkt etkileyecek unsurlardır ve bir ekip olarak çalışmak zorundasınızdır. Burada kültürden, değerlerden ve değer yargılarından da bahsediyoruz çünkü kültür çalışmalarında genellikle üst yönetim bir odada değer ve hedeflerin neler olacağına kendisi karar verir ve tüm çalışanların aynı değer ve hedeflere bağlı olmasını belirli çalışmalar sonrasında bekliyor olur ama eğer çalışanlarınızın talep ve ihtiyaçlarını ölçememiş ve organizasyonunuza en uygun iletişim araçlarını geliştirememişseniz kültür için gereken etkileşimi yaratamamış olursunuz. Çalışanınızın tasarladığınız sistemlere katkısını sağlamazsanız bir yerde kültürünüz çalışmayan bir şey haline gelecektir. Gamification’la bu olasılığı bir kenara koyuyorsunuz çünkü çalışanlar arasında etkileşim başlatmış oluyorsunuz. Sürekli nabzı yokluyorsunuz, onlardan taleplerini öğreniyorsunuz, stratejileri beraber belirliyorsunuz, beraber ürettiğiniz senaryolarda 5 yıl sonraki başarınızı yine beraber elde etmiş oluyorsunuz. Bu da kültürünüzü ve iletişiminizi sürekli canlı tutmuş oluyor.

İşe alımda süreçlerinde örneğin istediğiniz yeteneğe ulaşamıyorsunuz, ya da çok başvuru alıyorsunuz ama onları yeterince efektif değerlendiremiyorsunuz; sürecinizi biraz oyunlaştırarak ve arka planda biraz yapay zeka kullanarak işe alım sürecini adaylar için eğlenceli, başvuranları değerlendirenler açısından efektif, markanız açısından da dinamik hale getirebilirsiniz. Burada Google örneğini verebiliriz, küçük bir örnek ama açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Google ilanlarına çok fazla başvuru alıyor ama istediği kişiler başvursun istediği için başvuru öncesine oyunlaştırdığı bir problem ekliyor. Ekranın arkasında çalışan yapay zeka başvuruları eliyor, değerlendiriyor, başvuranlar içinde süreç farklılaşmış oluyor.

Ayşe Uça: Multiplayer yenilikçi bir şirket, ajans hizmetlerinizin yanında oyun ve oyunlaştırma da ekosisteminizde yer alıyor peki böyle bir şirkette sizin çalışma şekliniz nasıl? Ve siz bir İK perspektifinden kendinizi bu şirkette nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim yenilikçi, yaratıcı ve geleceğin İK’sına karşı büyük bir merağım var. Geleceğin şirketlerindeki kültür ve iletişim araçlarını araştırmak, yapay zekanın şirket süreçlerine adapte edilmesi, çalışanların yenilenen iş ortamlarında çalışma düzenleri ve bunun gibi konular beni çok heyecanlandırıyor.  Bu sebeple geleceğin vizyonunu taşıyan, Multiplayer’da çalışmaktan dolayı mutluyum.

Şirketimizde herkes uzaktan çalışıyor, kesinlikle geleneksel bir yapımız yok. Misafirlerimizi eski bir binadan özenle restore ederek dönüştürdüğümüz ofisimizde ağırlıyoruz, bazı iş görüşmelerimizi orada yapıyoruz, çekimlerimizi orada yapıyoruz. ‘Open Office Day’ adını verdiğimiz bir kavram geliştirdik. Haftada bir gün ofis açık olarak ve İstanbul’da ikamet eden arkadaşlar gidip orada çalışabilecek. Discord üzerinden sanal ofislerimiz var, bütün ofis yapımızı Discord’a kurduk. Nasıl ofislerde yönetim odası, toplantı odaları varsa bizim de Discord üzerinde odalarımız var. Sabahları toplantıya başlıyoruz, herkes günlük akışından bahsediyor. Sonrasında herkes çalışmaya odasına gidiyor. Slack üzerinden de iç yazışmalarımızı yapıyoruz.

Bunun dışında ‘Game Changer’ adını verdiğimiz bir staj programımız var, bizim için çok kıymetli. Çünkü dediğim gibi biz bir topluluk firmasıyız. Bu staj programında bizim topluluğumuzdan gelen, 16 yaşında, bizi seven ve takipçimiz olan arkadaşlar var, onlara ulaşmayı istiyoruz çünkü bizi tanıyorlar, bizimle beraber büyüyorlar ve biz de onlarla beraber büyüdüğümüzü biliyoruz. Çalıştığımız inanılmaz yetenekler var, Discord üzerinden sadece sesini duyuyoruz, sürekli beraber değiliz ama sektörü bizden daha iyi biliyorlar, sektörün nabzını daha iyi tutuyorlar, yeni teknolojilere bizden daha yatkınlar, yeni bir gelişmeyi hemen değerlendirip bir ürüne çevirebiliyorlar. Öyle olunca bizim için inanılmaz değerli bir işgücü açıkçası.

Ayşe Uça: Yenilikleri ve değişiklikleri bu kadar seven bir kişi olarak ilk başladığınız yer de burası, Datassist. Bu macera sizin açınızdan nasıl oldu?

Benim için burada olmak çok güzel çünkü hem mesleğe başladığım yerde hem de bana mesleği ilk öğreten kişiyleyim. O yüzden sizin ile bu röportajı yapıyor olmak benim için çok gurur verici, davetiniz için teşekkür ederim. İnsan Kaynaklarına burada başladım, hep severek çalıştım. Sizin yenilikçi vizyonunuz benim önümde hep bir pusulaydı. O yönde de kariyerim ilerledi. Birçok sektörde çalıştım. Kızımı büyütmek için bir süre çalışmaya ara verdim, o arada arkeoloji okudum, bir dönem Almanya’da arkeoloji eğitimi aldım, arkeolog oldum. Kızım ilkokul çağına geldiğinde ben artık çalışmaya tekrar başlamıştım.

Ayşe Uça: Arkeoloji’ye yönelmeniz nasıl oldu?

Arkeoloji hep ilgi alanımdı. Kültürü ve iletişimi merak ediyordum. Arkeoloji okumakta bana önceden tahmin etmediğim mesleki bir vizyon katmış oldu.

Ayşe Uça: İnsan Kaynakları ve Arkeoloji eğitiminin ardından şimdi de İnsan Kaynakları ve Kültür Müdürüsünüz. Neolitik dönemden günümüzde bulunduğumuz bu noktayı nasıl birleştiriyorsunuz?

Biz sanıyoruz ki kültür çok durağan bir şey. Almanya’da bir hocam şöyle bir tanım yapmıştı: “Bir baba eline gitar alır, bir tele basar, orada ses çıkar. Aynı gitarı oğlu alır bir tele basar orada şarkı başlar.” Ben kültürü hep böyle tanımlıyorum. Yani kültür kesinlikle durağan bir şey değil, sürekli üzerine eklene eklene hareket eden bir kavram. İnsanlar, toplumlar binlerce yıldır yavaş yavaş ilerliyorlar ve günümüze bir kültür getiriyorlar. Toplumlarda binlerce yıldır değişen birçok şeyin olmasına rağmen, değişmeyen şeyler de var. Değişmeyen değerleri görmek çok güzel. Bir işi beraber yapıyor olmak, birbirine karşı dürüst olabilmek, iyi iletişim kurabilmek, insanın dili kullanış biçimleri, dilin ayrışması… Bunların hepsi İnsan Kaynaklarıyla o kadar eşleşti ki ben bile şaşırdım. Bir şirkette bir kültür çalışması yaptığınız zaman onun hangi dinamiklerle etkilemeniz gerektiği ya da çalışanlarınızla nereden konuşmanız gerekiyor olduğunu ben arkeoloji vizyonuyla kazandım ama okurken gerçekten amacım o değildi.  Günün sonunda insanlarla nasıl konuştuğunuz çok önemli. Ben mesleğe başladığımda personel müdürlüğü vardı. Sonra departmanımızın adı ‘İnsan Kaynakları’ oldu, şimdi ‘insan ve kültür departmanı’ olarak tanımlanıyor. İsmi bu kadar değişen tek departman bizizdir herhalde. Çünkü insan ve toplum sürekli değişiyor, bu değişim doğrultusunda şirketlerde, departmanımızda değişmek zorunda kalıyor.

“İnsanlar oyunsal düşünmeye doğru evriliyorlar”

Ayşe Uça: Bir oyun sektörü var bir de oyunlaştırma sektörü var ve ikisinde de yer aldığınızı söylediniz. Bundan biraz bahseder misiniz?

Super Duper adını verdiğimiz bir oyun stüdyomuz var ve orada hybrid casual oyunlar üretiyoruz. Bu bizim ekosistemimizdeki bir faaliyet alanımız. Onun dışında biraz önce söylediğim topluluk alanımız var, Youtube ve diğer sosyal media mecralarında topluluğumuz ile beraberiz. Influencer Marketing en güçlü olduğumuz alanlardan bir diğeri. Gamification noktasına geldiğimizde Gamified.Marketing adını verdiğimiz bir platformumuz ve IVA ( Interactive Video Ad ) adını verdiğimiz bir ürünümüz var. Bu ürünümüz ve platformumuz ile müşterilerine ürünlerini satarken farklı deneyimler sunmak isteyen ya da ürün/müşteri bağlılığını artırmak isteyen, satış ve pazarlama süreçlerinde modern yöntemler kullanmak isteyen firmalar ile çalışıyoruz.

Oyunlaştırılmış pazarlama (Gamified Marketing ) dediğinizde dijital dikkat aralığına dikkat çekiliyor çünkü müşteriye ürününüzü tanıtmak için sekiz saniyelik bir süresiniz var. Örneğin tişört üretiyorsunuz ve oyunlaştırılmış bir reklam ile ürünlerinizi müşterilerize sunuyorsunuz. Bizim reklamımızda şöyle oluyor: Müşterilerinizin ekranına ‘Kendi tişörtünü tasarlamak ister misin’ diye bir reklam çıkarıyoruz, müşterilerde ekranlarda ürünün rengine, logosuna, şekline kendisi karar veriyor ve 5 saniye içinde ödeme ekranına ulaşıyor. Bunu yaptığınızda ürün ve müşteriniz arasında bir bağ yaratmış oluyorsunuz hem de 5 saniye içinde. Nike Firmasının bir uygulamasını örnek verebilirim, interactive bir reklam ile müşterisine kendi ayakkabısını tasarlatıyor, ayakkabısının üzerine müşteri kendi adını yazabiliyor, rengine, şekline kendisi karar verebiliyor, biraz daha fazla para ödüyor ama kendine özel bir ayakkabı sahibi oluyor. Bu ve bunun gibi birçok alanda oyunlaştırma kullanabiliyoruz. Hayal gücünün sonu yok, istediğiniz platformları yaratarak süreçlerinizi iyileştirebilirsiniz.

Günümüzde oyun oynayanların istatistikleri inanılmaz, yetişkinlerin yüzde 80’i oyun oynuyor. Çocuklar arasında yüzde 72 oranında oyun var. İnsanlar artık oyunsal düşünmeye doğru evriliyorlar. Yani 15 yıl önce şirketler sosyal medyaya uzak dururken şimdi nasıl herkesin bir sosyal medya hesabı varsa oyunlaştırma da modern hayatta tutunmak isteyen, faaliyet göstermek isteyen herkesin günün sonunda kullanması gereken bir strateji haline gelmektedir. Özellikle genç nüfusa sahip şirketlerin süreçlerine dahil etmesi gereken bir araçtır, rakamlar bize gösteriyor ki çalışanlar gamification’a hazır, insan kaynakları profesyonellerinin ve işverenlerin bu konuya biraz daha eğilmeleri tüm dünyada gösterilebilecek iş modelleri tasarlayabileceğimiz fırsatı bize sunmaktadır.

Lerna Ökten Nelerden İlham Alıyor?