Personel olarak çalıştığım yıllarda, işçilerin çalıştıkları alana şirket tarafından asılmış kâğıtlar olurdu. 1980 darbesinin korku ve itaat dolu yıllarında işe başlamış olduğumdan, itaat etkisi toplumun her kesiminde hissedilir. Buna alışmış bireyler olarak talimat görünce bir “hazır ol” hissi olurdu herkeste. Talimat ilk başta oldukça korkutucu bir etki yaratırdı. Kantine her giren işçi hafif bir korku ve saygı ile karışık bir hisle, kimi zaman yüksek ses ve bozuk bir tonlama ile okurdu. Bu memolar (ki plaza Türkçesinde böyle), yöneticiler tarafından hangi duygularla yazılmış olursa olsunlar, bir vakit geçtikten sonra olumlu ya da olumsuz etkisini kaybeder, tozlanır, bir ucu kıvrılır, hakkındaki tüm polemikler, kaba veya zeki şakalar son bulduktan sonra bir temizlik görevlisi tarafından çöpü boylardı. Sonra her şey eski haline dönerdi.
“‘Bundan böyle kantinde sigara içilmeyecek, yüksek sesle konuşulmayacak, aksi davrananlar işten atılacaktır’ – Yönetim” gibi sert memolar yerini, 4857 İş yasası ile işverenin eylem alanı işçiler lehine daraltılınca “Şirket yönetmeliğinin 15 A bendine göre çalışanların iş elbiselerini giymiş ve gerekli ekipmanlarını işe başlaman 15 dakika önce hazırlamaları gerekmektedir. Aksi halde bu bir işten çıkarma nedenidir” gibi daha dolaylı yarım yamalak hukuksal terimler içeren memolara bıraktı.
Biz beyaz yakalılar için durum, e-posta’nın şirket hayatımıza girmesi ile garip bir hal aldı. Yönetimden gelen mesajların okunması ve tahlili ayrı bir uzmanlık gerektiriyor artık. Yönetim memoları bize şirketin karakterini, iklimini ve kültürünü gösteriyor. Bu tepeden yönetilen bir organizasyon mudur, demokratik bir yapı mı vardır, yönetim sadece durumu kurtarmaya mı çalışıyor buradan çıkarabiliriz. Patronun ya da moda deyimle CEO’nun tarzı burada ayrıca önemli… Kim tarafından yönetildiğiniz bu mesajlarda gizli. Patronun kızgın mesajları mı var, buna cevap vermeye cesaret eden mevcut mu, yoksa sadece evet efendimciler mi cevap veriyor, kimse gerçek fikrini beyan etmiyor mu? Üzerinde en çok konuşulan konular benefitlerin dağılımı mı? (ki bu durum şirketin üretkenliği konusunda gerçek soru işareti) Yoksa mesajlar daha çok yüreklendirici ve motive edici mi?
Bir de klişeler var ki işte buna ne çalışan iken katlanabiliyordum ne de yönetici olarak dayanabiliyorum.
“Biz bir aileyiz” ya da “ Bilmem ne şirket ailesi”… Ne ailesi kardeşim nereden çıktı bu? Bakalım ben senin ailen olmak istiyor muyum? Bana sordun mu?
Doğru; her ailede akşamları sadece ‘Yoruldum, kahvem nerede?’ diyen bir baba, her işe koşturan her derdi dinleyen bir anne (ya da tersi), çok çalışan üreten aileyi sırtlayan bir dayı, bir de yan gelip yatan ailenin mirasını yiyen bir kardeş bulunur.
“…. ailesi olarak …. yılında sektördeki pazar payımızı şöyle böyle yükselttik, bu performansta şirketimiz insan kaynağının katma değerinin payı son derece önemlidir. Takım çalışmalarımızla yarattığımız sinerji sonucunda bu başarıyı elde ettik. Değerli CEO’muzun öngörüleri sayesinde…”
Bir takım çalışması var ki bu beni çileden çıkarır. Takım çalışması, işe yaramayan çalışanların kamuflajıdır oysa. Takımın büyük çoğunluğu uyum içinde ortada görünür, bazıları ukalalık yapıp her şeye muhalefet olur, yerinde ve olumlu bir öneride bulunmaz. Yumurta kapıya gelince ekipten bir ya da iki kişi işi bitirir. Budur yani…
“Geleneksel yıllık şirket kahvaltısı için bu pazar …..’de rezervasyon yaptırıyoruz.”
“25 Martta bir halı saha turnuvasında şirket takımımız final maçına çıkıyor. Takımımıza destek vermek isteyen arkadaşlar için konum bilgisini ekte yolluyoruz.”
‘Şirket geleneği’ kavramına garip pikniklerden keyif almaktan tutun da, göbekli adamların yaptığı ve ikide bir sakatlandıkları maçlara kadar her şey dâhil olur. Bu geleneklerin yanlış anlaşılması acayip durumlara bile neden olur. 2000’li yılların başında büyükçe bir şirkete yönetici sekreteri olarak yerleştirdiğimiz kızcağız bize telefon edip işten ayrıldığını söyledi. “Neden?” diye sordum.
“Genel Müdürümüz işe başladığımdan itibaren her sabah beni yanaklarımdan öpüyordu, ben bu bir şirket geleneğidir diye sesimi çıkarmadım fakat sonra bana şiir yazmaya başlayınca işten ayrılmaya karar verdim.”