DÜNYA’nın İK’sı programımızın bu haftaki konuğu yazar Dilek Karaaslan oldu. Dilek Hanım ile gençken gerçekleştirilemeyen planların, emeklilikte nasıl gerçekleştirildiğini konuştuk.
Ayşe Uça: Merhaba Dilek Hanım hoş geldiniz.
Dilek Karaaslan: Merhaba, hoş bulduk Ayşe Hanım.
Ayşe Uça: Uzun yıllardan beri olan tanışıklığımıza istinaden sana “siz” diye değil, “sen” diye hitap etmek istiyorum. Uzun yıllardır senin kariyerini yakından takip ettim… Emekli olduktan sonra yazarlık kariyerine başladın ve inanılmaz gözlerle seni izledim. Gerçekten bu yolda ufak ufak, emin adımlarla ilerlediğini görüyorum ve mutlu oluyorum. Kurumsal hayatta seni çok tatmin etmeyen durumlar vardı. Çok sık şekilde düşüşler yaşıyordun…
Dilek Karaaslan: Herkes gibi ben de çok küçük yaşlarda okumaya başladım. Okudukça yazma isteği duymaya ve karalamaya başlıyorsunuz. İlk etapta çok ortaya çıkacak şeyler değil, kendimize ait taslaklar diyebiliriz. Sonra iş hayatı, kariyer planlaması, sosyal hayat, evlilik, çocuk derken bir dönem aslında kendinizi unuttuğunuz bir dönem oluyor ve zaman çok hızlı akıyor.
“Çok Uzun Dönem Mobbinge Maruz Kaldım”
Ayşe Uça: Hepimiz hayatın bu hızlı akan bölümünü yaşadık. Bu süreçte istemediğimiz mesleklere, şirketlere sürüklendik ve öyle bir yaş geliyor ki “artık bunu yapmak istemiyorum” diyorsun. Bu sende nasıl oldu?
Dilek Karaaslan: Doğru, ben 40’lı yaşlara kadar şirket ve iş seçmedim. Kim beni seçiyorsa ben oradaydım, önemli olan bir şirketin beni seçmiş olmasıydı ve bunu sorgulamadım bile. Daha sonra orta kademe yöneticiliğe geldiğim zaman 40 yaş itibarıyla kendimi de, yaptığım işi de sorgulamaya başladım ki benim hayatım hep satış tarafında ve finans şirketlerinde geçti. Çok ağır mesaili, çalışma şartları ağır olan, insan ilişkileri biraz daha zor olan, iletişimin güç olduğu yerler diyeyim. Sonrasında “ne yapıyorum, nereye gidiyorum?” diye sorgulamaya başladım ve hangi şirket olursa olsun beni çok da mutlu etmediğini gördüm. Yavaş yavaş o fikir kafamda olgunlaştı. Bu arada yazmaya ve daha farklı okumalar yapmaya başladım. Edebiyat atölyelerine katıldım. İş hayatımda 5 yıllık bir dönem ağır mobbing yaşadığım bir dönemdi.
Ayşe Uça: O dönemi ben de hatırlıyorum, son derece mutsuzdun ve bir çıkış arıyordun. Aslında bunlar gerçekten hepimizin yaşadığı ve çıkış bulamadığı şeyler. Sende süreç nasıl işledi?
Dilek Karaaslan: O dönem gerçekten çok sıkıntılı bir dönemdi. Dönüp geriye baktığım zaman anlıyorum ki o dönem bazılarının da söylediği gibi Allah’ın bir lütfuymuş. Benim bunu yapmam gerekiyormuş. Bunu yaşamak, beni vereceğim karara doğru yönlendiren bir şey oldu. O dönemde atölyelere başladım. O zamana kadar yaptığım okumaların hamal okumalar olduğunu gördüm. Nitelikli okumaya başladım. Çok iyi edebiyat atölyelerine katıldım ve çok ders aldım.
Ayşe Uça: Aslında ben olayı biraz daha geriye çekmek istiyorum. Kurumsalda çalışırken mutsuz olduğunu, kendini gerçekleştiremediğini ve bu işi yapmak istemediğini, yazar olmak istediğini anladığın an ne zamandı?
Dilek Karaaslan: Aslında bunu zorlanmadan anlamadım. İçimde hep bir istek vardı. Okuyordum, yarın bir gün emekli olduğumda “ben bu işi yaparım” diyordum. Hep geniş zamana yaydığım bir şeydi, ta ki fiziksel olarak şartların beni zorladığı noktaya kadar. O zaman “belki yanlış yerdeyim, benim o tarafa kanalize olmam lazım” diye sorgulamaya başladım. Tam aydınlanma noktası ise 40’lı yaşlarda başladı. Bu sorgulama da 2-3 senelik bir süreçti.
Ayşe Uça: İlk yaşadığın aydınlanma sürecinden çıkardığın ilk kitaba kadar olan süreci anlatabilir misin?
Dilek Karaaslan: Yaklaşık 8-9 yıl. Ben her şeyi galiba biraz ağır yapmayı seviyorum. Oldu bitti denilen şey de insanı mutlu etmeyebiliyor. Bahsettiğim bu mobbing döneminde kendime ofis dışında bir şey bulmazsam delirecektim. En çok yazarlığı istediğimi fark ettim. Nitelikli okuma kursları, metin analizleri, edebiyat atölyeleri… Şansıma çok iyi atölyeler ve çok iyi hocalar buldum. Onlarla bu işe girdik ama yıllar sürdü. Hem yaz hem kış sürekli atölyelere gittim, sürekli okudum ama amaca yönelik okuma… Rastgele bir okumadan bahsetmiyorum. Ders çalışır gibi okudum.
“Kızım Benimle Gurur Duydu”
Ayşe Uça: Bir kız annesisin, biliyorum ki “Single Mother” olarak yetiştirdin. O da çok başarılı. Bu çabanı nasıl buldu ve bu ona nasıl bir vizyon kattı?
Dilek Karaaslan: Biz çocuğumuzu ayrı ebeveynler olarak büyüttük, doğru ama hem anne hem baba olarak ebeveynlik görevlerimizi yerine getirdiğimizi düşünüyorum. İkimiz de çocuğumuzla çok yakından ilgilendik. Ben onunla her zaman çok gurur duydum, duymaya da devam ediyorum. Hayattaki en büyük gurur kaynağım o. Bu kitabım yayımlandığı zaman ilk önce kızımın tepkisini düşündüm. Benimle, ailesiyle gurur duymasını istedim. Öyle de oldu, benimle gururlandı. O da bana yetti.
“Bir İnsan Hiçbir Şey Yapmamayı Ne Kadar Başarabilir?”
Ayşe Uça: Konumuz ‘Emeklilikte Gençlik Hayallerini Gerçekleştirmek’ çoğu insan emekliliğini “hiçbir şey yapmıyorum” diyerek geçiriyor. Sen ne düşünüyorsun?
Dilek Karaaslan: Bu bir tercih meselesin aslında. “Bir insan hiçbir şey yapmamayı ne kadar başarabilir” ben kendime bunu soruyorum. İnsanın durmak istediği anlar vardır. İnsana iyi gelen bir şeydir bu. Zihniniz çalışır, sizin için doğru olanı arar, yol gösterir. Bunu sürekli olarak yapıyorsanız boş zihin size neyi gösterecek? Bence insanların ölene kadar bir şekilde üretime katılması gerekiyor.
“Sanatçı, Sporcu Olursan Aç Kalırsın!”
Ayşe Uça: Bizim kuşağımız artık oldukça eski bir kuşak oldu. Ben yeni kuşağa ya da Z kuşağındaki çalışanlara baktığımda şunu görüyorum: Bizim 5 yılda idrak ettiğimiz bir şeyi Z kuşağı aylar içerisinde idrak ediyor. Bunun farkında mısın?
Dilek Karaaslan: Çok farkındayım hem de. Karşılaştırdığım zaman kendi gelişimimi hep yavaş buluyorum. Gerek Z kuşağı gerekse kendime örnek aldığım bazı insanlara baktığım zaman onların gelişiminin çok hızlı olduğunu görüyorum. İki kuşağın da dezavantajları var. Aslında biz biraz itaat kuşağıyız, biliyorsunuz. Siz, biz 12 Eylül’ü yaşadık. Sonrasında herkesin apolitize olduğu, siyasetin ve ideolojilerin hiç konuşulmadığı, eğitimin ilk kez içeriğinin boşaltılmaya başladığı döneme denk geldiğimi düşünüyorum. O dönem, ailelerin de engel olduğu şeyler vardı. Şarkı söylemek istiyorsan aç kalırsın, tiyatro yapmak istiyorsan aç kalırsın, spor yapmak istiyorsan aç kalırsın… O zamanın saikleri bunlardı. Bizleri ailelerimiz de çok engelledi. Şimdi aileler çocuklarının ne istediğini araştırıyor. Z kuşağı, çocukların ne istediği araştırılmış, projeler, imkanlar sunulmuş çocuklar.
Ayşe Uça: Bu değerli ve güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum.
Dilek Karaaslan: Benim için de çok güzeldi, bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Söyleşinin video haline aşağıdan erişebilirsiniz: