Örneklersek:

Almanya’da inşaat yasaları altında, Amerika’daki kişisel bilgisayar endüstrisinin o ilk parlak günlerinde sık sık görüldüğü gibi, evin garajında bir firma kurmanız mümkün değildir, çünkü bu yasaya göre yangın tehlikesi vb. gibi gerekçelerle bir konut alanı sadece konut alanıdır, bir ticaret alanı değil.

Avrupa burada da bir tercihle karşı karşıyadır: Bir tarafta, üye devletlerin çoğunun tipik olmayan iş akitlerine son derece müdahale eden istihdamı koruma yasaları, firmaların rekabetçi kalabilmek için gerekli esnekliği göstermelerini engelleyerek yeni işler yaratma sürecini zora sokmaktadır. Koruma standartlarında büyük ölçüde bir azaltmaya gidilmesi, aşağıya doğru bir sarmalı harekete geçirerek çalışan nüfusun daha yüksek bir oranını güvenliksiz konuma sokacaktır. O nedenle, burada da önemli ölçüde esneklik talebi ile yeterli koruma ve iş güvencesi önlemleri sağlama ihtiyacı arasında bir denge kurulması gibi benzer bir ihtiyaç söz konusudur.

ILO ve OECD araştırmalarına ve sanayileşmiş ülkelerin deneyimine dayanarak, iş yaratma politikalarını dört ana iyileştirme hedefine ya da odak noktasına göre sınıflandırmak mümkündür:

(1) istihdam edilebilirlik,
(2) istihdam,
(3) işe yerleştirme
(4) istihdamda fırsat eşitliği.

Amsterdam Anlaşması’nın imzalanması ve ardından Haziran 1997’de Avrupa Topluluğu’nun kuruluş Anlaşmasına (AT Anlaşması) yeni bir ‘İstihdam Başlığı’ eklenmesiyle, Avrupa’nın işsizlik problemiyle boğuşması yeni bir hız kazanmıştır.
Avrupa Komisyonu, üye devletlerin istihdam politikaları için Yol Gösterici İlkeler üzerine Konsey Kararı 2000 (İstihdama İlişkin Yol Gösterici İlkeler 2000) için bir öneri çıkarmıştır.
İstihdama İlişkin Yol Gösterici İlkeler 2000’in ana odağı, işgücü piyasasını gereksiz kısıtlama ve yüklerden kurtarma gereğidir. Avrupa yaklaşımı aynı zamanda ‘Yol Gösterici İlkeler’de Engellerin Kaldırılması’ konusunu tekrar tekrar gündeme getirmekte, işletmelerin genel maliyetlerini ve idari y��klerini önemli ölçüde azaltma ve engelleri, özellikle de vergi ve sosyal güvenlik rejimlerindeki engelleri ortadan kaldırma ihtiyacına atıfta bulunmaktadır. Erişimden oluşuma ve performanstan feshe kadar istihdam ilişkilerinin düzenlenmesi için bir çerçeve koymaktadır.

Tabii ki, Avrupa yaklaşımının iki kavramı: İstihdam Stratejisi ve İstihdam Politikası arasında kendi içinde bir çatışma söz konusudur. İkisi de sosyal kapsamayla ilgili olsa da, İstihdam Politikası tipik olarak daha güçlü bir koruma odağına sahipken, ‘İstihdam Stratejisi’, daha esnek bir işgücü piyasasına ulaşılmasını amaçlar. Biri işgücü piyasasında katılıklar yaratmaya yönelirken, diğeri ise bunların ortadan kaldırılmasını amaçlar.

Aslında, ABD ve AB yönetimsel açıdan bir benzerlik gösterirler. ABD’deki 50 eyalet, AB’nin 15 üye ülkesi ayrı yerel kanunlara ve serbest dolaşım ilkelerine göre işler. Fakat, AB’nin bu alana etkin müdahale etme yeteneği daha karmaşık kurumsal ve politik gerçeklikler yüzünden daha kısıtlıdır.

Her ne kadar, ABD, rekabette öncü ve düşük işsizlik oranlarına sahip ise de, 1975’ten beri ulusal gelirdeki artışın çoğu, gelir merdiveninin tepesindeki yüzde 20’lik kesime gitmiştir. ABD’de işi olan kesimin bir kısmı yoksulluk sınırlarında yaşamaktadır. Bunu açıkça gösteren bir veri: ABD yoksulluk oranı 1998’de yüzde 12,7 iken, aynı dönemde işsizlik oranı ise yüzde 4,6 düzeyindeydi.

Amerika’da hapishanelerdeki insan oranı Avrupa’dakinden daha yüksektir. Mahkumların sayısı işsiz sayısına eklendiğinde, Avrupa’dakilere çok yakın oranlara ulaşılmaktadır!

ABD, iş yaratmada güçlüdür ama işçi korumada zayıftır.