Nasıl Bir İK programımızın bu haftaki konuğu Profesyonel Koç & Sosyolog Ali Gülüm. Ali Bey ile yabancı dil öğrenme ile ilgili problemleri ve çözüm yollarını konuştuk.
“Hayatımla ilgili yaptığım en önemli şey İngilizce öğrenmek”
Ayşe Uça: Sizin Türkiye’de dil öğrenimi üzerine yüksek lisans teziniz var ve bence çok değerli. Bundan biraz bahseder misiniz?
Ali Gülüm: Ben biraz sosyolojik olarak ele aldım, ben bir dil bilimci değilim. Benim kendi deneyimim var, Boğaziçi Üniversitesi’nde 1 sene hazırlık okuyup öğrenememe deneyimi. Büyük bir çuvallama. İkinci senesinde de öğrenciyi merkeze koyan bir hocaya denk geldiğim için çok hızlı şekilde öğrendim. Şimdi 46 yaşındayım, hayatımla ilgili yaptığım en önemli şey İngilizce öğrenmek oldu. Bu hiç değişmiyor, arada bir sürü şey yaptım ama en merkezdeki şey bu, İngilizceden çok faydalandım.
Ayşe Uça: Özellikle şirketlerde dil öğrenmek isteyen çok büyük bir kesim var ve genelde çaba gösterseler de bir sonuca varamıyorlar. Bu konudaki pratik önerileriniz nelerdir?
Ali Gülüm: Şirketlerin deneyimleri üzerinden de çok şey söylemek lazım. Şirketler çalışanı motive etmek için pek çok yöntem deniyor. Bunlar çalışmıyor çünkü merkezde kurs, ödeme vb. etkenler var. Bunların hiçbirinin merkezinde dil öğrenme yok. Kursa gidecekseniz kursta aldığın 1 saate karşılık 5 saat çalışmanız lazım. Ve bu çalışmanın kişinin kendi tercihlerine uygun olması gerekiyor. Her birimizin öğrenme tekniği, taktiği başka. Benjamin Bloom öğrenme ile ilgili 40+ yıl çalışma yapıyor ve tüm çalışmayı şu cümle ile özetliyor: “Bir insanın öğrenebildiğini, herhangi başka bir insan da öğrenebilir, yeter ki kişiye öğrenme öncesinde ve sırasında uygun koşullar sağlansın.”
Bunun bir başka sebebi de kursların bir öğrenme aracı olarak değil amaç olarak görülmesi. Şirketinizde kurs aldırmak bir amaç değil, asıl amaç kursun sonucunda ne olacağı.
“Neyi seviyorsanız ona yer açmalısınız”
Ayşe Uça: İlk yılınızın deneme-yanılma olmasından sonra siz öğrenirken kendinize ne dediniz?
Ali Gülüm: O zaman da sosyolojiye ilgim vardı. Kütüphaneye gidip bir sosyoloji kitabı ve sözlük alıp çözümleye çözümleye okudum. Sosyoloji benim alanım, onu İngilizce okumak istiyorum. Neyi seviyorsanız ona yer açmalısınız. Müzikle ilgiliyseniz bir dönem sadece İngilizce şarkı dinleyin, biraz derinleşerek, sözleri kurcalayarak, belki yazarak. Haberlere merakınız varsa Türkçe izlemeyin, bir süre İngilizce izleyin.
Kurs örneğine dönersek, şöyle bir soru var: Hangi kurs iyidir? Bu yaklaşımı hiç doğru bulmuyorum. Dünyanın en iyi kursuna gitseniz de belki sizin öğrenme tarzınıza uygun olan en kötü kurs olacak. Herkesin öğrenme şekli farklı. Yabancı dil sektörü 2 tane, biri İngilizce öğretmek üzerine. Bir de dil öğretmeme üzerine dil sektörü var. Bu sektörler, dil öğrenmeye çalışan insanların umutları üzerinden para kazanan kurumlardan oluşuyor. Para kazanmanın iki yolu var; bunu dil öğreterek de öğretmeyerek de yapabilirsiniz.
“Kendimizi öğrenme akışında tutmak için challenge gerekir”
Ayşe Uça: Bir eğitim salonuna girdiğimiz zaman ister istemez bir stres yaşıyoruz fakat bunun zamanla azaldığını görüyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ali Gülüm: Zorlanmak aslında Türkçe’de İngilizce’deki challenge kelimesinin karşılığı. Beyin Türkçe bilmez, verdiğiniz duyguya bakar. Zorlanmak dediğimizde ister istemez araya bir set çekiyoruz. Bir şeyi öğrenirken bir miktar “zorlanma” olması gerekir, çok zorlanırsak yılıyoruz ama çok basit olursa da sıkılıyoruz, iki durumda da sürdürülebilir olmuyor. Kendimizi öğrenme akışında tutmak için zorlanma (challenge) gerekir ama bu zorlanma çok da fazla olursa akıştan koparız.
İkinci bir durum ise kişinin ne olursa olsun bir miktar kendi kendine çalışması, kendi yöntemini yaratması gerekiyor. Onun haricinde ‘Dil Gururu’ diye bir kavram var. Geçmişte sömürgeye maruz kalmamış ülkelerde görülen bir olgu. Bu aslında sık sık duyduğumuz ‘Ben neden İngilizce öğreniyorum onlar Türkçe öğrensin’ algısının bilimsel karşılığı. Türkçe dünyanın en güçlü 18. dili.
Ayşe Uça: Telaffuzun iyi olmaması durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ali Gülüm: Telaffuzun iyi olup olmaması tartışılır. Örneğin bir Amerikalı, bir Avustralyalı, bir de İngiliz, üçünün de anadili aynı. Hangisinin telaffuzu daha iyi? Sadece farklı. Ya da bir Fransız’ın, Alman’ın kendi aksanlarıyla İngilizce konuşması da kategorik olarak farklı. Mesela Turgut Özal çok akıcı şekilde İngilizce konuşurdu ama Türk aksanı da bir o kadar güçlüydü ama günün sonunda kendisini karşıya aktarıyordu.
Ayşe Uça: Dil öğrenmek için geçmişe göre çok fazla olanak varken insanlar halen zorluk çekebiliyor. Bundan bahseder misiniz?
Ali Gülüm: Kişi kendi öğrenme yöntemini inşa etmeli. Bu olanakların üzerine minimum bir çaba gerekli. Örneğin ben Norveççeye merak salmıştım. Geçtiğimiz sene çok basit dildeki bir kitabı satır satır kağıda alıp çözümleyerek öğrenme metodunu kullandım ve birkaç ayda öğrendiğimden daha fazla kelime öğrendim.
“Kendi Eşsiz Dil Öğrenme Yöntemimi Nasıl İnşa Ederim?”
Ayşe Uça: Grupların İngilizce öğrenmekle ilgili ortaklaşan sorunlarıyla ilgili de koçluk hizmeti veriyorsunuz ve burada katılımcılar ya kurs bedelini ödüyor ya da bunu bir hayır kuruluşunda çalışarak karşılıyor. Bundan biraz bahseder misiniz?
Ali Gülüm: Bu üniversite öğrencileri için geliştirdiğim gönüllü bir proje. Şimdilik dört temel mesele etrafında grup koçluğu oturumları: “Kendi Eşsiz Dil Öğrenme Yöntemimi Nasıl İnşa Ederim?”, “Konuşma Korkusu: Anlıyorum ama konuşamıyorum”, ”Ben niye İngilizce öğreniyorum onlar Türkçe öğrensin” ve “Engelleyici İnanç Kalıpları: Benim dil öğrenmeye yeteneğim yok (mu?)”. Bu soruları dert edinen öğrencilerin bir araya gelip koçla birlikte kendi çözümlerini ürettikleri bir uygulama diye özetleyebiliriz. Öğrenciler bunun ya ücretini ödüyorlar ya da hizmet aldıkları süre kadar gönüllü bir faaliyette bulunma taahhüdü veriyorlar. Benzer çalışmaları kurumlar için de yürütüyorum veya tabi dil öğrenme konusunda bireysel koçluk da yapıyorum.
www.yabancidilogrenebilirim.com