Bu yazı, Dünya Gazetesi’nde 17 Mart 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

Seth Godin’in, Dünya Gazetesi’nde rastladığım öneri üzerine, okuduğum kitabında korkuya dair güzel bir bölüm ile karşılaştım.

Seth Godin, Kilit Adam isimli kitabında “Okulda Korku” bölümünde okul – öğrenme ilişkisi üzerine şunları yazmış.

“Araştırmalar bize korkutucu ortamda öğrenilenlerin kalıcı olduğunu gösteriyor. Savaş alanında öğrendiğimiz şeyi yada sıcak bir çaydanlıkta parmağımızı yaktığımızı hatırlarız. Başarılı eylemlerimizin tehtidi ortadan kaldırdığı durumlarda öğrendiğimiz şeyi hatırlarız.

Okullar bunu anlamış durumda. Yılda milyonlarca öğrenciyi başarılı bir şekilde çalıştırmak için kestirmelere ihtiyaçları vardır ve itaati öğretme yönteminde korkunun büyük bir kestirme olduğunu keşfetmişlerdir.”

(Kilit Adam – Sayfa 57)

Bizim ülkemizde eğitimdeki korku faktörünü yenmenin ilacı olarak yutulan şey ezberdi bundan birkaç on yıl öncesi. Bizim kuşağımız bu anlamda özgüvenini başkalarının onayını alarak toparlayabilidi. İtaat, biat ve hiyerarşinin hakim olduğu kamu kurumları ve büyük işletmelerde yönetim şekli oldu. Sonrasında yaygın bir biçimde hakim olan patron işletmeleridir. Bu işletmeler cidden korku ile yönetilirler.

Okuldaki hakim duygumuz korku iken başka nasıl yönetilebiliriz?

Öğretmenden korkmak, idareye çağrılmaktan korkmak, zayıf not almaktan korkmak, karneyi götürdüğümüzde babadan korkmak silsilesinde gitmiş olan okul yaşaımımızdan sonra, bir başka türlüsü de olamazdı.

Üretim işletmelerinde halen hakim olan yönetim şekli budur. Ustabaşından, bölüm müdüründen, idari amirden korkarak devam eder bu durum. Standardize edilmiş işlerde bu oldukça geçerli bir yönetim şekli. Ancak on yıllardır devam etmekte ve yaşamımıza girmiş olan farbrikaların artık otomatik sistemelerle yönetilmeye başlandığı ve bu gelişmenin yerini robotlara çokda uzun olmayan bir süre içinde bırakacağı açık. Bu durumda zaten korku ile yönetebilecek çalışan kitlesi olmayacaktır.

Ülkemizin başka bir gerçeği korku ile yönetilen patron şirketleridir.

Patronun içeri girip, şirketi enerji girdabına soktuğu durumları bilirsiniz. Korkunun ciddi biçimde hakim olduğu alanlardır. Aslında belli bir büyüklüğe kadar da oldukça etkin bir biçimde hareket ederler. Rekabetçi, esnek ve atılganlardır. Doğu Avrupa ülkelerinde Türk şirketlerinin belli bir etkisinin olması ve başarısı buradan gelir. Tabii ki şirket büyüdükçe korku faktörünün yönetim mekanizmalarına bir araç olacak şekilde yerleşmesi gerekir. Bu durum bir noktaya kadar da oldukça başarılı olur.

Herkesin bir üstünden korktuğu, altındakini ezdiği yönetim şekli…

Bu tür işletmelerde çalışmış kişilerin korku barındırmayan yatay organizasyonlara oldukça sorun çıkaracağı açıktır. Bildiği yönetim şekli korku olduğundan şirket içinde deyim yerinde ise at koşturmaya başlayacak kendi korku – biat kültürünü geliştirmek üzere bir grup bile oluşturacaktır.Büyük olasılıkla sonuç ya kendisi ya da organizasyon için hüsran olacaktır.

Korkunun hakim olduğu yönetim şekillerinde bildiğiniz durumlar yaşanır. Doğruyu söylemekten çekinme bildiğini zamanı gelene kadar kendine saklamave yaratıcı özelliklerin yok olması işin en kötü yanı. Son derecekritik hataların, işletmeyi sona götürecek bazı geröelerin patrondandan saklanmasıdır.

Bu işletmelerde yaratıcılık ve yeteneğin açığa çıkması sadece patronla sınırlı kalacaktır. Diğer tüm yetenek ve olasılıklar içinde korkunun olduğu bir denize savrulur.