Miskin miskin takılırken odaya bir kişi girer ve ışıkları yakar.

Korkunç bir andır, hiç hoşlanmayız.

Biraz önce mekanın içinde oturanlar, gevşemiş bir şekilde TV seyreden ya da uyuklayanlar, kendi aralarında yazısız sözsüz bir anlaşma içindedirler. Kendi içlerinde mutlu olmasalar bile bir uyum içinde takılıp gidiyorlardır.

Sonradan gelen kişi ışıkları yakar, gözlerimiz kamaşır bir an. Hiçbir şey göremediğimiz bir an yaşarız.  Biz içeride uyuyanlar dışarıdan gelip ışıkları yakana oldukça sinirlenir, hatta düşmanlık duyarız. O ana kadar birlik ve beraberlik içinde değilsek bile birlik haline gelip ışığı açan kişiye saldırırız. Eğer mümkünse topluca infaz etmek isteriz.

Tarih boyunca böyle olmuştur. Bir grubun içinde ortak oluşmuş bir realiteye karşı çıkanlar, toplumun geri kalanı tarafından linç edilmişlerdir. Günümüzden neredeyse 360 yıl önce Galileo dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ettiğinde Katolik Kilisesi tarafından afaroz edilmiş ve zor şartlar içinde yaşama veda etmişti. Grup tarafından doğru kabul edilmiş olgulara karşı çıkan kişiler zor şartlar yaşamışlardır. İsmi günümüze kadar gelenler ise yalnızca güçlü olanlardır.

Organizasyonlarda da öyle olur. Bizler organizasyonların kendi içinde oluşmuş huzurlu ortamı içinde yeni gelen ve ışıkları açanı kabul etmeyiz. Değişim, her zaman açılan bu ışıklar gibi can yakıcıdır. Grubun toplu direnişine neden olur.

Peki ışıkları açan kişi gerçekte olanı görmemizi sağlıyorsa ve bu bizim için çok gerekli ise?

Ancak gerçeğin farkına vardığımızda o zaman değişim için harekete geçeriz.

Değişim kaçınılmazdır. Gelişme yönünde ve yapıcı bir değişim için ışıkları açmamız; gözlerimizin kamaşması gerekmektedir. Ardından ışığa alıştıktan sonra gerçekte olana çıplak gözle bakmalı, hangi konuda değişmemiz gerektiğini kavramalıyız.

Işıkları açanı topluca linç etmeden önce, ışığın gösterdiklerine bakarsak; Galileo’ya ölümünden sonra iade-i itibar sunmak zorunda kalan Katolik Kilisesi’ni tekerrür ettirmemiş oluruz böylece.

Değişime direnmenin çeşitli sebepleri vardır;

Kişisel olarak bilinmez ile karşılaştığımız vakit stres yaşarız. Bu bilinmezin iyi ya da kötü olduğundan bağımsız alıştığımız sistemin dışına çıkmakla ilgilidir. İlginç olan; seyahat, evlilik, uzun süredir beklenen bir pozisyonun bize verilmesi de aynı oranda stres yaratır. Çocukluğumuzdan itibaren bu konuları kapsayan fiziksel evrenimizin nasıl çalıştığına ilişkin bir takım modeller üretmiş, kararlarımızı vermişizdir. Kafamızda çocuklukta oluşmuş ve çalıştığına inandığımız bu paradigmalar bizim yeni gelene direnişimizi oluşturur.

  • Değişim çoğunlukla dışarıdan gelir ve kendi yaratmadığımız kendi irademizde olmayan bu değişime karşı doğal olarak direniriz.
  • Alışkanlıklarımızın derinleştirdiği işlerde ilerlemek çok kolay ve konforludur. Konfor alanımızdan dışarı çıkmak istemeyiz.
  • Değişimle birlikte yaptığımız işleri gerçekleştirirken başarısız olmaktan korkarız.
  • Yeni gelen sistem güvenilmezdir, eskisi güvenlidir. Eski yöntemin daha iyi çalıştığını ispatlamak için yeni yöntemi gönülsüzce yapar ve bilinçsizce çalışmadığını ispat etmeye çalışırız.

Işıklar ve Kaplan

Işıkları kapalı bir odadasınız. Kaplan kükremeleri eşliğinde korkuyla bekliyorsunuz. Işıkları açıp neler olup bittiğini, sesin kaynağının gerçek bir kaplan olup olmadığını anlama şansınız var. Ya da kükremeler eşliğinde bir süre oturacak ve sonra kaplana yem olacaksınız. Biri geliyor ve ışıkları açıyor. Kükremeler bir ses sisteminden gelmiyorsa, ya odada gerçekten de bir kaplan varsa diye düşünerek ışıkları açana lanet mi edersiniz? Yoksa kaplanın varlığından emin olup kaçmanın ya da güvende olmanın yollarını mı ararsınız?

Bu yazı, Dünya Gazetesi’nde 3 Kasım 2017 tarihinde yayımlanmıştır.