Bu yazı, Dünya Gazetesi’nin 19 Şubat 2017 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.

90’ların ortasından itibaren çevremdeki insanların neden toplantılarda maillere gömüldüğünü ilk Blackberry telefonumu aldığımda anlamıştım.

O yıllarda, şirket maillerini başka ortamlardan çok daha hızlı ve güvenli bir şekilde ulaştırdığı için bir kurumsal statü sembolüydü Blackberry.
Birkaç gün içinde klavyesine aşık olmuştum. Klavyenin ergonomisine, bana hissettirdiği gelişme ve çalışma arzusuna bağlanmıştım. Ondan sonraki ve ondan sonraki telefonumun başka bir marka olma ihtimalini bile düşünememiştim. Doğal olarak Blackberry’nin milyonlarca pazarlama elçisinden biri haline dönüşmüştüm. Müşteri sadakati ise müşteri sadakati işte bu idi; bir markanın tartışmasız taraftarı olmak.
Aradan uzun yıllar geçti…

Bundan kısa bir süre önce, geçtiğimiz eylül ayında, Blackberry efsanevi telefonunun Kanada’da üretimini durdurduğunu açıkladı.  Şirketin pırıltılı yükselişinin çok acı bir sonla bitişini anlatan “Loosing The Signal” kitabını ben bir Blackberry fan’ı olarak, bir gerilim romanı okur gibi okudum.

Şirket iki Kanadalı girişimci tarafından 80’lerde kuruluyor. İki CEO, şirketi birlikte yönetiyorlar. Biri İstanbul doğumlu Rum asıllı ve Kanada’ya göçmüş bir ailenin çocuğu; araştırmacı, zeki, yaratıcı Mike Lazaridis. Diğeri deyim yerinde ise küstah ve son derece kurnaz bir taktisyen olan finans kökenli Jim Bassillie. Bu taktikleri Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabından hayatına ince ince uygulayan bir CEO kendisi.
Şirketi yukarı taşıyan sihirli merdiven Mike Lazaridis’in teknik dehası ve kararlı hamleleri ile Jim Basllie’nin kurnaz, bir anlamda etik kuralların kenarından dolanan ya da bir Anadolu deyimiyle kendine yontan kurt yönetici bileşiminden örülmüştü.

Blackberry’nin temellerinin atıldığı 1980’lerden 2010’lara gelindiğinde mobil teknolojide devasa değişiklik ve gelişmeler oldu. Rekabet şartları hızla değişti Apple’ın yalnızca Blackberry’i değil o dönemlerin büyük oyuncuları Nokia ve Erisson benzeri bütün firmaları silip süpürdüğü bir gerçek. Bunun Apple ve Steve Jobs’un başarı hikayesi anlamında bize ders veren birçok açıklaması ve bu dönemde gerçekleşen birçok ekonomik ve toplumsal değişim var.

Benim değinmek istediğim ise, olayın yalnızca insan ve yönetim boyutu. Birey olarak kariyer merdivenlerini çıkarken ya da bir organizasyon yapısının kumaşını örerken hangi vicdani değerlere dikkat ettiğimiz.

Blackberry’nin sonunu hazırlayan birçok değişim arasında yönetimsel iki olay var:

NTP Technoloji ile yaşanan patent anlaşmazlığı, firma ile süren ve The Competion Bureau of Canada tarafından 2001’de sonuçlandırılan davası ve bu dava sonucu ödenmesine hükmedilen çok büyük cezalar tam anlamıyla “sonun başlangıcı”.

Tam toparlanıldı denilirken OSD (Oral Ruling of the Otranto Securities Commision), bizim SPK’ya denk gelen bir yapı tarafından, ortaklara dağıtılan kar paylarının geçmiş tarihe çekilmesi ile yapılan bir vergi kaçınmasından kaynaklanan çok büyük ceza ve yaptırımlarla karşı karşıya geldiler.

Kanada gibi sofistike, kuralları zaman içinde oturmuş bir pazarda etik olmamak, acımasız ya da kurnaz rekabet yapmak, kuralları esnetmek neye mal olabilir?

* Bu kadar şahane bir şirketin, uluslararası pazarda manevralar yaparken sonunda Kanada’nın etik rekabet talep eden koşullarına takılması
* Girişimci ortakların enerjilerini tam 8 yıl boyunca şirketi yok etme tehdidi içeren rekabet mahkemelerine ve bu konudaki tartışma ve risklere harcamak zorunda kalması
* Bu dönemde şirketin ARGE ve inovasyon ruhunun sekteye uğraması
* Ardından vergisel nedenlerle, SPK’nın ve dolayısıyla hissedarlarının desteğini kaybetmeleri

Bütün bu durumlar bir araya geldiği taktirde; pazardaki yerini, yaratıcı gücünü inovasyona vermiş bir şirkete kaptırabilir ve mobil dünyasından tamamen silinebilirsin.

Hemen her sektörde hem ulusal hem uluslararası alanda rekabet koşulları oldukça acımasız. Birbirinin sırtına çıkanlar, ezip geçenler ya da etik olmayan yollarla değiştirilen piyasa koşulları… Tüm bunların “başarı” denen kriterde çok geçerli olduğunu, sonunda herkesin yalnızca kazanılan paraya baktığını düşünebilirsiniz.

Büyük resme baktığınızda ise pek öyle değil.

Çok hızlı yükselen, “fast growing” olarak bahsedilen birçok şirket bu yükselme evresinden sonraki 10 yılda nerelerde olabilirler? Etik olmayan, başkalarının sırtına basarak gerçekleşen her yükseliş aslında ruhumuzda büyük boşluklar yaratmıştır. Bu şekilde yükselen kişi veya şirketler, çoğunlukla ve çoğunlukla daha sonra ödediği bu bedelleri görmez. Bir gün o boşluklar içe doğru çöker.

Yalnızca içsel açıdan değil, bir “vergi planlaması” (vergiden kaçınmanın kibar adı) gibi, az vergi verebilmek için yapılan bir aksiyon o kadar çok hesap yapmamızı gerektirir ki yıllar sonra bile bizi tedirgin etmeye devam edebilir. Bu hesapları ve planları yaparken bu durumun farkına varmayız. Oysa bu planlar için harcanan zaman, emek ve alınan riskin toplamı; işlemi doğru yaparak vergi ödemekten fazladır.
Bütün bu detayların eşliğinde, bulunduğumuz coğrafyada (sadece ülkemizde değil Ortadoğu’da) bu söylediklerimizi yaparsak kırmızı şapkalı kız gibi kurtlara yem oluruz diye düşünüyor olabilirsiniz.

Ama lütfen yaşamınızı bir gözden geçirin: Etik olmayan bir hareketiniz için maddi ve manevi ne gibi bedeller ödediniz? Blackberry bu hataları hayatıyla ödedi, ya siz neyle ödeyeceksiniz?