Bu yazı, Dünya Gazetesi’nin 10 Mart 2017 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.

Bu dünyada var oluşumuz ile zamanın yalnızca bu dünya için geçerli olması durumları felsefecilerin konusu ve oldukça ağır kavramlar. Girildiğinde içinden çıkmak en azından benim için mümkün olmadığından bu konuyu geçiyorum.

Zaman yönetimi, hangi sektörde ve hangi statüde olursa olsun herkesin çoğunlukla kafa yorduğu; kendince çözümler getirdiği bir unsur.Bildiğim şu ki hem kendim hem çevremdeki profesyoneller sıkça zamanlarının olmaması hususunda dert yanmaktadır. Bize nasıl olduğumuzu soran, bizden bir şeyler isteyen yada bir yere davet eden sorulara farkında olmadan ağzımızdan dökülen kelimelerimiz şunlardır:

-Çok yoğunum

-Zamanım yok

-Zaman çok kısıtlı

-Kısıtlı zamanlarda

Artık ‘new age’ akımlardan ve kişisel gelişim kitaplarının çok yaygınlaşması, bu kitaplarda anlatılanlara benzer pek çok cümlenin sosyal medyada sık sık tekrarlanması nedeniyle şunu biliyoruz:

Hangi konunun üzerine yoğunlaşırsak o konuyu yaratırız.

Hangi düşünceyi (özellikle farkında olmadan) dillendirirsek, dillendirdiğimiz şeyler gerçekleşir.

Zamanımız olmadığı da tam anlamı ile böyle bir durum aslında. Oldukça uzun bir süre kendim de “Nasılsın?” sorularına “Çok yoğunum!” cevabını verdim. Arkadaşlarımın bazıları beni alaya bile aldılar, “Biliyoruz çok yoğunsun…” diyerek. Kimisi beni uyardı ama benim onlara duyduğum tek duygu kızgınlıktı. Yoğun olmamı, elimde bir meşale gibi taşıyarak kendilerine yapmam gereken işleri sayıp dökerek saldırdım açıkcası.

İçinde bulunduğumuz yüzyılın ve kapitalizmin belli başlı bazı sonuçları var elbette. Hepimizin istekleri çok fazla bu istekleri yerine getirmek için çok kazanmalı ve çok harcamalıyız. Boş zamanlarımızda ise çok eğlenmeli, çok tatile gitmeli ve bu sonu olmayan döngü içinde yavaşlamak, neyi neden yaptığımızı kavramaya çalışmak gerek. En azından kendi özelinizde zamanı kullanma ve zaman üzerinde oluşturduğumuz bazı kalıplara objektif olarak tekrar tekrar sanki ilk kez karşılaşmış gibi bakmayı denediniz mi?

Benim çıkardıklarımdan bazıları şöyle:

Zaman ayırmak

– Çok sevdiğiniz şeylere

– Çocuğunuza

– Çok sevdiğiniz bir konuya

Aslında 24 saatlik bir zaman diliminin o bölümlerini bu konuya ayırmak mıdır? Yoksa o zaman dilimini yaratmak mıdır? Konuyu çok sevdiğimiz için o vakti yaratırız. Ve zaman, istediğimizde genişleyen yani bir biçimde yaratılan bir şeydir.

Zamanı yaratan biziz.

Zamanın olmaması

Zamanımız olmadığını söylediğimiz konuya aslında zamanımız değil, önceliğimiz yoktur. Buluşulması gereken arkadaşlar belki de artık önceliğini yitirdiğini farketmediğimiz ya da itiraf etmediğimiz kişiler olabilir. Kitap okumak hepimizin dilinde olan bir konuyken hangimizin gerçekten okuduğu ise manidardır. Kitap okumak isteyip zamanımızın olmaması da aslında kitap okumanın önceliğimiz olmasıdır.

Metro ve tramvaylarda bomboş bakışlarla seyahat eden insanları ele alalım mesela… Bu kişilerin zamanı mı yok, öncelikleri mi bu değil? Metro ve tramvaylarda iPhone’larına, iPad’larına dalmış insanların % 90’ının karelere bir şeyler yerleştirdiğini ya da yuvarlakları yakalamaya çalıştığını görmek oldukça şaşırtıcı oluyor.

Zaman aslında var sadece önceliğimiz olmayan işler için yeterli motivasyonumuz yok.

Zamanla düzelmek (ya da bozulmak)

Aslında hiçbir şey zamanla düzelmez ya da bozulmaz; o hep öyledir. Sadece biz o şeye alışır, artık görmemeye başlarız ya da mecburen uyum sağlarız. Sosyal görünüm olarak olduğumuzdan farklı göründüğümüz durumlarda zorunluluk sona ermiş ve biz de özümüze dönmüşüzdür. Aslında zaman içinde değişen pek fazla bir şey yoktur.

Burada şöyle bir parantez de açmak lazım: Belki metalar, üzerinde dert edindiğimiz veya ‘zamana bıraktığımız’, değişmeyebilir ancak onlara bakış açımız zamanla değişebilir. Bu da bizimle alakalıdır. Aradan geçen sürede kendimizi, o derde / problem dair bilerek veya bilmeyerek geliştirmiş; bakış açımızı genişletmişizdir.

Bu sav da yazının başına bizi geri döndürüyor esasında:

Zaman bir şeyi değiştirmez, sadece tutumumuz değişir.

Zamanın kısıtlı olması

“Projeyi şu, şu ve şu bitirecektik ama zaman kısıtlı o nedenle bu şekilde yapıldı.”

Konunun aslı şudur: Projede üzerimize düşen görevleri yapmadık, nasılsa çok zaman var dedik ya da yapma konusu ile bir türlü yüzşeleşemedik. Bir türlü konuya başlamak için yeterli eneriyi bulamadık o nedenle kolayımıza giden başka işleri yaptık. Yumurta kapıya gelince de apar topar fazla özen göstermeden bitirdik.

Aslında projeler için ayrılan zamanlar ne kadar çoksa evren oraya kadar genişler. Makul ölçülerde ayrılan daha kısa bir zaman projenin daha sağlıklı yürümesine neden olur.

Açıkcası projeler planlama, yayma ve koşturma şeklinde ilerler.

Zaman koyduğunuz çerçeveye göre yayılır.

Rahat bir zamanda yapmak

Başlamamız gereken işleri, okumamız gereken yazıları rahat bir zamanda yapacağımızı söyleriz. Aslında bu kendi kendimize yaptığımız bir kandırmaca, bir kaçıştır. Çoğunlukla öyle bir zaman hiç gelmez. Burada yapmamız gereken, aslında çok önemli bir kavram olan, ‘zamanı başlatma’dır. Bir şey için zamanı başlatacak olan biziz. Biz bu zamanı başlatmadıkça her zaman başkalarının başlamış zamanı öne çıkacaktır.

Enstrüman ya da bir dil öğrenmek buna en güzel örnektir. “İtalyanca öğrenmeyi çok istiyorum”, “Piyano öğrenmek istiyorum” benzeri tümcelere ek olarak “Rahat bir zamanda buna başlayacağım” demek, aslında şu anlamdadır: Ben bunu öğrenmeyi istemeyi seviyorum.

Yaşı geçmiş kişilerden duyduğunuz “Ben piyano çalmayı hep istedim”, hep İtalyanca öğrenmek istedim ama olmadı” cümlelerine bu gözle baktığınız zaman daha da netleşecektir bu kavram.

Zamanı başlatan sizsiniz, siz başlatmazsanız başlamaz.

Zamanını beklemek

Bir konuda çalışmak için bir zaman dilimi beklemek, kendinizde de sıkça görebileceğiniz bir reaksiyondur.

“İki saat zamanım olsa çalışacağım” veya “İki saat sonra çalışmaya başlayacağım” gibi cümlelerle ifade edebileceğimiz bu durumu sadece bir kaçış olarak değerlendirmek yanlış: İki saat kesintisiz bir zaman dilimi beklemek veya belli bir saate kendimizi ayarlamak aptallıktır.

Oysa sadece on beş dakikanız bile varsa bu on beş dakikada yapabileceğiniz bir şeyler vardır.

Bir kişi için çok uzun zaman diliminde bitirilebilecek bir iş, bir başka kişi için ooo dünya kadar zamanım var şeklinde karşılanır. Kısa zamanları kullanmazsanız uzun bir zaman dilimi hiç gelmeyebilir.

Çünkü; zaman görecelidir.

Çalışmasam da bir sürü zamanım olsa

Sen çalışmıyorsun senin çok zamanın var lafıdır. Oysa ekonominin kuralını bilirsiniz az olan değerlidir, çalışılmayan zamanlar kadar değersizdir ki gereksiz bir biçimde gözünün yaşına bakmadan harcarız. Doğru hedefler koymadığımız ve iyi planlamadığımız için fazlası ile verimli olarak kullanmayız o zamanları.

Zamanın çerçevesini çizip anlamlandırdığımızda ve doğru yönettiğimizde çok güzeldir.