Giydiklerimiz hakkımızda çok şey anlatır. İş yerlerinde de giyim tarzı; meslekleri, kişinin ve şirketin  statüsünü temsil eden bir sembol haline  gelmiştir zamanla… Bununla birlikte, iş dünyasında giyim 30 yıl öncesi gibi değil…

İş ve özel hayatımızda karşılaştığımız kişiler hakkındaki kararı bir salisede  verdiğimizi biliyor musunuz?

Üstelik bunu yaptığımızın farkında bile olmuyoruz. Bilinçli zihnimizle verdiğimiz bir karar değil bu, tamamen alt beyinin uyarıcı tepki mekanizması ile hareket ediyor.

Bu karar mekanizmasını çalıştıran şeyler, duruşumuz, bakışımız, sesimizin tonu olabiliyor; ancak belki de en önemli etken giyim tarzımız. Ne giydiğimiz, nasıl giydiğimiz bizim hakkımızda çok şeyler anlatır karşımızdakine, üstelik farkına bile varmadan. İlk kez karşılaştığımız bir kişiyle ilgili kararı, bu kişinin güvenilir olup olmadığı, onu sevip sevmediğimiz, iş yapmaya değer bulup bulmadığımızı ne giydiği ve giyim tarzı belirleyebiliyor. Bu kişi bir satıcı ise satış için değerlendirilebilir bulmamamız ilk intibaa bağlı. İş mülakatına girerken bu kişiyi can kulağı ile dinlemeye ya da fazla dikkate değer bulmamaya ilk anda karar veriyoruz.

Bu ilk intibaın dışında giyim tarzı bu kişiyle ilgili bir hikayede anlatabilir bize. Bu kişi doğayı sever, çevre ve çevreyle ilgili konulara ilgilidir. Yok bu kişi güçlü olmayı güçlü görünmeyi seviyor hırslı ve benzeri.

İşyerlerinde ise giyim tarzı meslekleri, kişinin statüsünü ve şirketin statüsünü temsil eden bir sembol haline gelmiştir zamanla. Örneğin bir kişinin bankacı olduğu, bankanın güçlü bir banka olup olmadığı, kişinin bu bankada hangi konumda olduğu gibi bir çok konuyu sadece bir bakışta ayırt etme durumu biraz tecrübe biraz gözlem ile elde edilebilir bir yetenektir.

Bir zaman bu konu o denli ileri gitti ki Power Dressing kavramı oluştu, 80 ‘lerin iş dünyasına darbesini vurdu. Ardından yavaş yavaş bu etki azaldı. Ve neredeyse 30 yıl öncesinde kaldı. Nasıl ki tarihi gelişmeler ya da organizasyonel değişiklikler yaşanırken pek farkına varmayız, ancak geriye dönüp tekrarladığımızda farkına varırız: İşyerinde giyim tarzı da bu şekilde yaşandı. Bu dönemin sonuna yetişen bir profesyonel olarak ben de kadınların feminenliğini yarıya indiren bu takım elbiselerden uzunca bir süre giydim. Özellikle daha güçlü ve otoriter olmaya ihtiyaç hissettiğim zamanlarda.

Peki ya şimdi?

Çalışma ve iş dünyasında giyim otuz yıl öncesi gibi değil artık. Giyim manuelleri yayınlayan şirketler eskisine göre daha az. Çalışanlar şirketlerin ağır giyim kodlarını fazlası ile önemsemiyor artık. Rahat giyim tarzı olmaması bu şirketleri çalışılmak istenen şirketler listesinden çıkarıyor. Geçmişte çok popüler olan “Free Friday” konusu vardı, şimdi ise neredeyse her gün “free friday”. Aslında bir nevi “free friday”ler rahat giyimin nereye kadar kabul edilebilir olduğunu, ne tür kıyafetlerin iş ortamında da giyilebileceğini kararlaştırmamıza olanak verdi, ve git gide norm olmaya başladı diyebiliriz.

Bir döneme damgasını vuran Power Dressing nedir?

İşyerinde giyimin önemli bir araç olarak bulunması ve kullanılması 1970’ler ve 80’lere rastlıyor.  “Power Dressing” kavramının kullanılmasına  John T. Molloy’un New Dress for Success isimli bir kitabı neden olmuş ve bu kitap o yıllarda işyerlerinde bir giyim tarzı oluşturmuş. Kadınların erkeklere özgü iş ve politika dünyasında tutunmasına ve hakimiyet kurmasına destek olacak görsel sosyoloji üzerine kurulu bir giyim tarzı bu. Power Dressing, stili tarihi olarak 1920’lerin Channel takım elbiselerine dayanıyor. Kadının değişen toplumda değişen rolünü simgeleyen bu giyim tarzı. 1970’lerin ikinci yarısından sonra iş dünyasındaki kadınların giyimine damgasını vuruyor. O dönemlerde kadının iş dünyasında artan rolü, kadının otoritesini vurgulamak, camdan tavanı aşmak için bir araç olarak kullanılıyor.

Bu tarzın ana hatları şöyle; tipik erkek dünyasını andıran iyi dikilmiş ve göğüs kısmını dikkat çekicilik ve cinsellikten kurtaran bir ceket. Omuzlarla otoriteyi artırmak için vatkalı. Ancak aynı zamanda feminenlikten vazgeçilmediğini belirten sade bir etek. Önü kapalı olan topuklu ayakkabılar. Bu giyim tarzının en iyi örneği tabi ki, ekonomik sınırları kaldırarak bir döneme damgasını vuran İngiltere’nin ilk kadın başbakanı Demir Leydi Margaret Thatcher idi.

Erkekler için ise konunun hiç uzmanı olmayarak sıralamaya çalışacağım. Giyim tarzı oldukça tipik, uzun yıllardan beri değişmeyen statü sembolleri ise iyi dikilmiş, mümkünse lacivert, gri, siyah gibi profesyonel olarak adlandırılan renklerde, kruvaze ceketli ya da günün modasını temkinli bir şekilde takip eden takım elbiseler. Boyun kalıbına uygun gömlek, manşet, kişinin ya da durumun önemine göre ismin baş harfi işli gömlekler. Zamanın trendine uygun aksesuarlar, ve benzeri.

Tabi ki Power Dressing’in, kişinin konumu ve ekonomik seviyesine göre kalitesi ile ön planan çıkmış marka takım elbiselerden başlayıp, Dizayner Suitlere doğru giden bir ivme içinde olduğundan bahse gerek yok.

Ne oldu da giyim tarzı eski vakur halini kaybetti ?

·        Sanırım birinci neden y kuşağının iş dünyasında hakim pozisyonlara gelmeye başlamasıdır. Eski giyim tarzını takmayan bir nesil iş dünyasına hakim oluyor. Bu nesil nasıl giyinildiğinden çok nasıl düşünüldüğüne önem veriyor olabilir.
·        Ayrıca bu neslin kendine özgü başka bir giyim tarzı, karşısındakine vermek istediği başka bir mesaj ve de başka bir hikaye var. Belki;  “Ben sizi ve sizin değerlerinizi takmıyorum, sizin benim hakkımda ne düşündüğünüz beni zerre kadar ilgilendirmiyor” demek istiyor olabilirler.
·        İş dünyasına egemen olan İngiliz tarzı yerine Amerikan tarzı ve iş yapış biçimleri ile beraber rahat giyim tarzı da kopyalandı.
·        Silikon vadisinin genç, yenilikçi firmaları, giyim tarzı ile de kendilerinden önce gelen kuşaktan farklı olduklarını yansıtmak istedi. Bunu yaparken de tüm Dünya’ya örnek teşkil ettiler.
·        İş mekanlarının tarzı değişti, beyaz yakalılar için ayrı odalar yerine, şimdilerde kübik ofislerde oturan kişiler birbirini fazla görmüyor. Evden çalışma ve farklı lokasyonlardan çalışma yaygınlaştı.
·        Rahat giyime izin verme konusunda şirketlerin en büyük kaygılarından biri ziyarete gelen müşterilerin ciddiyetsiz bir ortam görüp rahatsız olacağı düşüncesiydi. Ancak, “The suits” yani takım elbiseliler gerek popüler kültür, gerek filmlerde can sıkıcı, eski düşünceli olarak yansıtıldıkça tam tersi müşteri firmalarda da rahat giyimli çalışanlar daha sıcak ve samimi bir hava yaratmaya başladı.
Bir başka çok önemli faktör günümüz ekonomisinin startları olan Bilişim Şirketleri ve onların karşı konulmaz kurucu ve CEO’ları. Steve Jobs hiç değiştirmediği koyu renk tişört ve Blue Jean pantolonu ile hepimizi kendine hayran bıraktı. Ardından Google kurucuları Lary Page ve Sergey Prin okuldan yeni çıkmış halleri ile bir trend yarattı. Facebook CEO’su Mark Zuckenberg son derece sade ve gösterişsiz tişörtlerle dolaşıyor röportajlar veriyor. Tüm dünyanın idolü olan bu kişiler bizlere giyimin pek de önemli olmadığını anlattılar.

Ya biz kadınlara ne oldu?

Biz kadınlar sanırım iş dünyasında kabul görmek hakim olabilmek için erkekleri taklit etmekten vazgeçtik belki. Kendi öz varlığımıza daha çok güvenmeye ve kendimiz olmayı öğrendik, iş dünyasında kadın olmaktan korkmamaya ve biz özgü yeteneklerle başarılı olmaya karar verdik.

Moda, dönemin sosyoekonomik şartlarına göre şekillenir. Monoton işlerin tercih edilmediği, özgür düşüncenin, yaratıcılığın ön plana çıktığı bu dönemde, kişilerin kalabalık içinde öne çıkmamak, birbirine benzemekten çok, kendi kişiliğini yansıtan kıyafetler tercih etmesi doğal değil mi?

Bu yazı, Dünya Gazetesi’nde 28 Haziran 2018 tarihinde yayımlanmıştır.

Ayşe Nazmiye UÇA
Datassist Bordro Servisi
CEO