DÜNYA’nın İK’sı programımızın bu haftaki konuğu: MSGSÜ Öğretim Görevlisi ve Aura İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi Yüksek Mimar Yılmaz Değer oldu. Değer ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin konusu ise “Pandemi ekseninde şehre, yaşam ve çalışma mekanlarına bakış” oldu.

Ayşe Nazmiye UÇA: Öncelikle Pandemi şehre bakış açımızı tümden değiştirdi. Bu anlamda Pandemi ve şehir ilişkisi hakkında ne söylemek istersiniz?

Yılmaz Değer: Şehir insanlık tarihi içinde bir yerleşme formu olarak, başlangıçtan bu yana değişmeden gelmiş bir yapı değil. Bugünkü tanımı ile şehirler 150-200 sene geçmişe giden, endüstriyel alan çevresinde iş bulmak amacı ile yoğun bir şekilde ve yığınlar halinde yaşamak zorunda kalmaktan dolayı oluşmuş bir yerleşim formu. İnsanlık tarihi için yeni bir aşama. Ünlü İngiliz mimar Cedric Price’in güzel bir benzetmesi vardır. Kendisi Orta Çağ şehirlerini bir katı yumurta olarak resmeder. Dışında kabuk, beyaz kısım ve ortada sarısı. Şehrin merkezi içeride, onu çevreleyen ikinci bir katman, merkezin etrafındaki oluşumlar ve mahalleler ve hepsinin etrafında şehri dışarı kapatan ve dışarıya karşı koruyan kabuğu. İstanbul da tipik bir  Orta Çağ şehridir. Etrafındaki kara ve deniz surları tam bir çember halinde İstanbul’u dışarıya karşı koruyan kabuğu idi. Özellikle 17. yüzyıldan itibaren kentlerin cazibe kazandığını, zenginleştiğini görüyoruz ve kente yeni gelenlere yer açabilmek için kabuğu kırılıyor. Kent dışarıya doğru taşmaya başlıyor. Cedric Price bunu sahana kırılmış yumurta olarak resmeder. Ortada sarısı duruyor ama yumurtanın beyazı, tavanın elverdiği ölçüde yayılmış bir vaziyette. 19. yüzyıldan itibaren, kırlar hızlı bir şekilde çözülüp kentlere yayılmaya başlayınca, değişim çok hızlanıyor ve kentler iyice karışmış, merkezin dağıldığı çırpılmış bir yumurtaya benzemeye başlıyor. 21. yüzyılda büyük metropoller gerçekten çırpılmış yumurta gibi artık. Kapitalizmin hayatı örgütleme şekli bu yoğunlaşma ve yığınlar üzerinden oluyor. Nasıl bir AVM’de mallar yığınlar halinde sergileniyor, insanların yaşantısı da yığınlar şeklinde. Şimdi Pandemi bu konuda bir uyaran oldu, bu üst üste yığılmanın ne kadar sakıncalı olduğu anlaşıldı. Sosyal mesafe diye bir kavram oluştu.

Ayşe Nazmiye UÇA: Uluslararası ortamlarda da şehirden kaçış, kırsal alanda yaşama isteği doğdu.

Yılmaz Değer: Evet. İnsanlar bu yığılmanın sonucu ortaya çıkan gökdelenlerde, penceresi açılmayan rezidanslarda yaşamak istemiyorlar.

Hiçbir istisnası olmadan bütün ofisler anlamsızlaşacak ve değişecek.

Ayşe Nazmiye UÇA: Ofis mekanları şu an terkedilmiş durumda, şu anda bir bekleme dönemindeyiz. Bu dönem sonunda ofis mekanlarına ve gözde iş merkezi semtlerine ne olacak?

Yüksek Mimar Yılmaz Değer

Yılmaz Değer: Hem ofis düzeni, hem yaşam biçimimiz ve toplumsal düzen olarak bir değişimin içinden geçiyoruz. Zaten yeni iletişim teknolojileri ile ofise bağımlı değildik. Herkese, her yerden ulaşılabilir durumda. Artık bir koordinata ihtiyacımız yok. Bu anlamda toplum bir jöle toplum haline geldi, bütün kesitleri birbirinin aynı, hangi coğrafyada olduğunuzun önemi yok. Bu anlamda ofis gibi 150 yıl öncesinin gereği olan bir mekanı, artık anlamsız hale getirmemesi mümkün değil. Ofisler biraz da ideolojik olarak birlikte olmanın, başka bir anlamda sosyalleşmenin, iş koordinasyonu gibi alışılmış kalıpları sürdürmek adına bugünlere kadar geldi. Hiçbir istisnası olmadan bütün ofisler anlamsızlaşacak ve değişecek. Bu eğitim için de böyle, okullar da eskisi gibi olmayacak.

Ayşe Nazmiye UÇA: Ama nasıl olacak? Genel müdürlük binaları olmayacak, bunun yanı sıra uydu ofisler ortaya çıkacak, ancak bu da evden çalışma ile harmanlanacak gibi… Evden çalışmanın norm haline gelmesi halinde ev nasıl düzenlenecek?

Yılmaz Değer: Muhakkak birçok ihtimal bir arada birbirinin içinde geçmiş olarak var olacak. Büyük yapıların sürdürülmesi zaten Pandemi sebebi ile değil, başka nedenlerle de sürdürülmesi güç yapılar. Yapıların parçalara ayrılması ve merkezden bağımsız olarak çalışıyor ve üretim yapabiliyor olması gerek. Ki bu zaten yeni bir toplum ilişkileri modeli de getiriyor olacak. İnsan sadece işle ilgili değil, kendi yaşam alanı ile de kaygılar taşıyor. Belki birçok kişi daha küçük çaplı kendine yeterli küçük tarım yapabileceği alanlar ve küçük komüniteler istiyor. Evler çok eskiden olduğu gibi hem üretim yapılan hem çalışılan mekanlar haline gelecek. Biraz önce bahsettiğimiz gibi nasıl şehirler tarih içinde değiştiyse evler de değişti. Geleneksel evlerimiz daha sade, eve işlevseldi. Gece ve gündüz, çok amaçlı olarak kullanılıyordu. Şimdi de evlerin farklı işlevleri olmalı, daha esnek kullanıma izin verecek şekilde olması gerekir. Bir mekandan birkaç kez yararlanıyor olmamız gerek.

İnsanların mekanla kurduğu ilişkiyi kaybedeceğiz.

Ayşe Nazmiye UÇA: Ofislerin olmaması ve evden çalışma nasıl evrilecek?

Yılmaz Değer: Sanal ortamın, evden çalışmanın getirdiği farklı zorluklar var. İnsanların çalıştıkları mekanlarla kurdukları ilişki üzerinden bakarsak. İnsanların yerle kurdukları ilişki başka bir şey. Şu anda birtakım iletişim platformları üzerinden toplantılar yapılıyor. Diyelim beş ayrı değişik ülkelerinden kişiler belki dünyanın öbür ucuyla toplantı yapıyor. Bunlar aynı mekanda gerçekleşmediği için, söylenen şeyler bir şekilde kayda geçse de insanın hafızasında kalsa da aynı anda aynı mekanda olmakla etkisi aynı olmuyor. İnsanlar bazı şeyleri mekanla birlikte algılıyor ve kaydediyor. Bir mekanın kokusu, sesi orada olay yaşanırken geçen herhangi bir başka bir şey, bütün onlarla beraber o mekanın kayıtları sizin hafızanıza yerleşiyor. Belki sadece bir koku bile on sene sonra size o toplantıyı hatırlatabilir. Ama bu ayrı mekanlarda olmak, aynı anda yerde olmamak ya da sürekli farklı yerlerde olmak gerçekten bizleri nasıl dönüştürecek endişeleniyorum. Üniversitedeki konferans salonlarının kokusunu, ışığın geliş şeklini hatırlıyorum ve oradaki konferansları tek tek gözümün önüne mekanla beraber getirebiliyorum.

Ya sonrası…

Söyleşinin video haline aşağıdan ulaşabilirsiniz: