Son zamanlarda okuduğum favori kitaplardan biri Charles Duhigg’in iş ve özel hayatta üretken olmanın sırlarını anlatan “Smarter Faster Better” kitabı. İsmi oldukça klişe olsa da içindeki bilgiler ve vakaları hikayeleştirerek anlatması kitabı oldukça çekici ve yararlı kılmış.

Üretkenlik kavramını ve nasıl öncesinden iyi olacağımızı sekiz ana başlıkta anlatmış. Bu başlıkları kendi anladığım manada şöyle sıralayabilirim:

1.Motivasyonumuzu ateşleyen etkenleri bulma
2.İçinde üretken ve mutlu olabileceğiniz çalışma grupları
3.Odaklanma ve farkında olma
4.Doğru ve motive edici hedefler belirlemenin incelikleri
5.Yetki ve sorumluluk vererek yönetme yaratıcılığı ve yalın yönetim mantığını besleyerek yönetme
6.Hızlı ve doğru karar verebilme
7. İnovasyon
8. Bardaktan boşalırcasına yağan datayı kullanılır bilgiye çevirme marifeti

Bunları sindirebilmek için tabii ki kitabı okumak gerekiyor ama ben bunlardan beni en çok etkileyen; Üçüncü maddede sıralanmış olan “Odaklanma ve Farkında Olma” bölümünde, kalbimi yaralayan hikaye ile birlikte sizlerle paylaşmak istedim. Annemle birlikte yaptığımız kısa bayram tatilinden dönerken tam da bindiğimiz uçağın havalanmak üzere alanda gezindiği anda okumaya başladım bu bölümü.

31 Mayıs 2009 yılında 447 Uçuş Nolu Rio-Paris uçuşunu yapmaya hazırlanan AirFrance uçağının alandan havalandığı anı anlatıyordu kitaptaki bölüm. Uçağın içindeki yolcuları, bu yolcuların hayallerini ,hedeflerini, onları bekleyen sevdiklerini, sözün özü günlük uğraşları olan insanları anlatıyordu. Balayında olan bir çift, bir emekli orkestra şefi, 11 yaşında okuluna dönen bir öğrenci gibi tam 228 yolcusu ile havalanan bir uçaktan bahsediyordu. Uçak havalandıktan dört dakika sonra otopilot aktive edilmişti ve olağanüstü bir durum olmazsa 10 buçuk saat sonra uçak Paris’e inecekti.
Otomatik pilot geçmişte yaşanan uçak kazalarına önlem olarak geliştirilmiş çok gelişmiş bir bilgisayar sistemi. Bu sayede uçak kazaları azaltıldı ve uçaktaki işleri daha az işgücüne indirgendi. Airbuslar o denli gelişmiş sisteme sahip ki sonunda bir problem ortaya çıktığında bilgisayar sorunun kaynağını bularak sorunları halletmekte. Bu durumda uçaklarda pilotun yeteneğine sadece inişte ve kalkışta ihtiyaç olmakta, onun dışında bilgisayarlar uçağın nerede olduğunu, hızını ve yüksekliğini, havadaki tüm şartları değerlendirerek sorunları tespit ederek çözümleri üretmekte.

Uçağın kalkışından 4 saat sonra ana pilotun, yolcuların arasında oturan karısının yanına geçmiş olması ile birlikte sorunlar başlıyor, buzlanma nedeni ile devre dışı kalan otomatik pilot ve yardımcı pilotların inanılmaz aymazlıkları sonucunda uçak Ekvator’u geçtikten biraz sonra ve yolcular derin bir uykuda iken Atlantik’e çakılıyor! Yardımcı pilotların durumu o kadar aymaz ki, kara kutudan ortaya çıkan kayıtlar uçak okyanusa çakılırken bile halen ne oluyor diye şaşkınlık içinde birbirine sormaları, yolculara en ufak bir uyarıda bulunmamalarını ortaya çıkarıyordu. Otomatik pilot tekrar devreye girmiş olmasına rağmen gerçekten pilotluk yapmış birinin yapmayacağı hatayı yapıp uçağı yukarı doğru havalandırmaya devam ediyor ve uçağı havada tutmaya yarayan kaldırma kuvvetini yok ediyorlar. Yardımcı pilotlar bir uçağı bilgisayar sistemi olmadan kullanmayı bilmiyorlar ya da biliyorlarsa bile bu konuda pratikleri mevcut değil.

Bizler için de hayatımızın her alanında otomatik pilotlar mevcut. Otomatik arabalar kullanıyor, elimizde cep telefonu olmazsa kimse ile bağlantı kuramayacak durumlara düşüyoruz… İş yaşamımızda daha küçük alanlarda uzmanlaşıyor ve uzmanlaşmanın önemine inanıyoruz, hayatımızı oldukça dar alanlara odaklayarak. Kapitalist sistem ve global ekonominin diretmesi ile başka da şansımız yok zaten.
Kitapta ardından, bu kazadan bir yıl önce yaşanan 440 yolcusu ile Sidney’den havalanan Avusturalya Qantas Havayolu pilotundan tam karşıt bir örnek veriliyor. Çok daha kaotik bir durum! Havada oluşan bir dizi aksilikle, 2 motoru çalışamaz duruma geliyor. Bir kanadında elektrik sistemi yok uçağın ve 22 ana sisteminden sadece biri çalışır halde. Tecrübeli pilot, kokpitin içinde alarmlar çalarken yani her şey kaotik bir durumda iken personeline şöyle söylüyor: “Neyin yanlış olduğuna odaklanmayı bırakın, sakin olalım ve yapmamız gereken şeye odaklanalım.” Uçağı hiçbir bilgisayar sistemi yardımı olmadan tamamen 20 yıl önce Cesna kullanımından hatırladığı yöntemle can kaybı olmaksızın Singapur’a indirmeyi başarıyor.

Bunu mümkün kılan nedir?

Pilot De Crespingny’nin olayını NASA araştırılmış tabi. Bunu nasıl başardığı ve hangi düşünce modelini kullandığı üzerinde detaylı incelemeler yapılmış. Bu incelemeler sonrasında pilotun kendisini ve çalışanlarını olasılıklar üzerine eğittiğini ve modellemelerle düşündüğünü, haliyle dikkatini bir yöne odaklamayı defalarca denediklerini öğreniyoruz. “Başınıza şöyle bir durum gelirse ne yaparsınız?” “ Şöyle bir duruma tepkiniz ne olur” gibi
Tabii ki kendisi bu durumda ne yapacağını düşünüyor ve karşıt senaryo üretiyor.
Bizler bunu iş sürekliliği çalışmalarında yapmaya çalışıyoruz. Ofiste hiç çalışan kalmazsa ne olur? Ofise giremezsek ne olur? Elimizde veri kalmazsa ne olur vb.

İşimizi yaparken hislerimizi dinleyerek çok basit gözlemleri yapmayı atlıyoruz. Kulağımızın dibinde çalan çanları duymayıp ezberlediğimiz ya da bize dikte edilen yolda ve genellikle sesi çok çıkan çoğunluğa kapılıyoruz. Bazen öyle bir otomatik pilota bağlıyoruz ve işleri delege etmeye öyle alışıyoruz ki düşünmeyi başkalarına bırakıyoruz. Şirket danışmanlarına sorular sorup cevaplarını otomatik olarak yapıştırıyoruz. İtiraf edin, hiç olmazsa birkaç kez yapmışsınızdır. Ben yaptığımda dersimi aldım kendi adıma. Oysa kişinin kendi makuliyet noktaları ve yaptığı işi tüm duyularıyla yapması durumu çok değiştiriyor. Ben karşımda otomatik pilota bağlamamış insanlar bulduğumda şöyle bir yerimde yerleşip sıkı duruyorum şahsen.

Dediğim gibi anneciğimle beraberdim okumaya başladığımda ve uçak havalanıyordu… Bu kısa yolda İstanbul’a yaklaşırken ben okyanusa çakılan uçağı göz yaşları içinde okudum. Çünkü uçakta çok değerli, kendisini öğrencilerine adamış arp sanatçımız Ceren Necipoğlu vardı. Rio’daki bir konseri daha izlemek için uçak saatini değiştirmişti. Kızımın ilk öğretmeni idi kendisi.

Kızım Zeynep Öykü’nün Ceren Necipoğlu’nun anısına ünlü Japon besteci Haro No Umi’nin bahar mevsiminde denizi anlattığı müziğin yorumunu izleyebilirsiniz: